22 Ağustos 2012 Çarşamba

Monotheizm'e Geçerken

TEK  TANRILI  MONOTHEİST  DİN  ANLAYIŞINA  GEÇERKEN

Antik Yunan dünyasında çok hatta pek çok tanrıların mitleriyle insan hayatı anlam bulurken, birileri akıl yürütme ile büyük ve en büyük bir aklın, en yetkin, en iyi ve en güzel  bir yüce varlığın tek bir yaradanın mevcudiyetine inanmaya başlamışlardı. İÖ.5.yy dan başlarsak en önce Pythagoras, daha sonra Ksenophanes, Anaxagoras, Platon ve Aristoteles....İÖ.4.yy boyunca  evren (kozmos) ve oluşum           üzerine , insan üzerine düşünüldü ve felsefi  dizgeler ortaya konuldu. Bu konuda  çağlar boyu etkisi hissedilen en büyük düşünce dizgesi  Platon tarafından ortaya konulmuş tabii. Platon’un bütün diyaloglarını okuduğumuz zaman “Bu adam tek, en  yetkin varlığın akılların aklı en büyük aklın varlığını ilan etmiş zaten. Kendisini peygamber de ilan etmemiş, eee o zaman diğer dinlere ne lüzum var “ gibi sorular akla gelebilir. Akla gelebilecek ikinci soru; Platon’dan 800 veya 1000 yıl evvel Musa peygamber vardı.  Acaba bir şekilde Musa etkisi var mı?  Kim kimden etkilendi de bu büyük dinler(monotheist dinler) ortaya çıktı. Musa peygamberin Platon’da etkilenecek hali olmadığına göre,           Platon Mısır’a, Fenike’ye filan gidip oradaki Yahudi öğretileri ile tanışmış olabilir mi?

Büyük İskender’den itibaren Hellenistik Dönem’de (İÖ.3 – 1.yy), İskenderiye Okulu’nun başlattığı bilimsel hareket ve 700.000 ciltlik kütüphanesi  ve astronomi, tıp ve felsefe üzerine zengin çalışma ortamı sunan bir vaha gibi İskenderiye milat yıllarında büyük bir kültürel sentezin merkeziydi.

İskenderiye’deki bilimsel hareket, Roma devletinin merkezileşmesiyle  2.yy’da birdenbire durdu. Yavaş yavaş Yunan dehası, edebiyat ve sanat gerilemeye başladı. Hekim Galenos ve astronom Ptolemaios’tan itibaren fizik bilimler oldukları yerde kaldılar. Dinin yerini tutması lazım gelen “ahlak”, epikürosçuluğun muziplikleriyle Stoa’nın ütopik öğretileri arasında kararsızdı. Yunan düşüncesi yaratıcı günlerini arıyordu. Esasen orijinal sistemler yaratmak gücünden yoksun bulunduğundan eklektik oldu. Aristobulos ve İskenderiye’li Philon MUSA DİNİNİ Platon’la uzlaştırmaya çalışınca , İsa ve havarisi Tarsus’lu Paulus bu dini milli kabuğundan çıkarınca (Yahudilik milli ve tekelci şeklini muhafaza ettiği sürece hiç korkulacak bir şey değildi), artık hiçbir şey onun Yunan-Roma aleminde ilerlemesine engel olamıyordu.  Roma stoacılığı bunu kabul ediyordu, eski felsefenin dağılmış organlarını bir araya getirmek toplamak gerekiyordu. Kutsal Kitap’ın vahyine Pythagoras ve Platon’u, Yahudilerin ve Hıristiyanların Tanrısına, Ksenophanes’in, Sokrates ve Aristoteles’in Tanrısını koydular.

Stoalıların ve birçok Platoncuların örneğine uyarak, geleneksel politeizmle monoteizmi, sıra ile ikinci derecede bir tanrılar silsilesinde kişileşen en yüksek  ve kişisel olmayan bir prensibi ileri süren  panteist bir fikir vasıtasıyla uzlaştırmaya çalıştılar. Bu monoteist kampa geçerken gnostiklerin eon’ları ve kabalistlerin sefirot’ları haline gelen bir tür evrimcilikti.Yunan dehasına uygun ve Hıristiyan eğilimine zıt olarak güzelle iyiyi, çirkinle kötüyü, metafizik kötülükle ahlaki kötülüğü aynı şey saymakta devam ediyorlardı.

Eğer yalnız Tanrı günahsızsa, bu onun maddesiz olduğundandır, ve madde kötülüğün kaynağı olduğundan, her maddi varlık bundan dolayı günahkardır diye düşünülüyordu. Bundan ya günahın zorunlu olduğu, ya da bilge için çilecilikle bedeni körletmenin zorunlu olduğu sonucu çıkarılıyordu. Vücudun ölümden sonra dirileceğini söyleyen Hıristiyan inancına, bedenden ayrılan ruhun ölmezliğini söyliyen Platon’cu dogma; ex-nihilo (yoktan ) yaratmaya,  ruhların önceden varlığı ve maddenin ezeli olması fikri karşı konuyordu.

 

 

Öte yandan toleranslı bir yaklaşımla; Orpheus’u, Pythagoras’ı, Platon’u,  MUSA ile Eşiya ile, Paulus’la  yan yana koymaya ve eski Yunanistan’ın düşünürlerini ezeli ve ebedi logos’un  organları diye tanımaya razı olmak şartıyla ona el uzattılar. Bütün dinlerin kardeş ve bir ilk vahyin çocukları oldukları, milliyet ayrılıklarının bunları ayrı yönlerde değiştirdiği söyleniyordu. En serbest düşünenleri, Moderatos, Nikomakhos, Numenios, MUSA’ya Yahudi PLATON ve Platon’a Attika MUSA’sı (Mouses attikizon) demekten hoşlanıyorlardı.  Fakat  pek az istisnalar bir yana bırakılırsa, yeni inancın müritleri, bu “ eklektizm”in  kendilerine gösterdiği  uzlaşmayı reddettiler.

Platon’da dağınık bir şekilde bulunan hakikatler önünde eğilmeye hazır olmakla beraber, onları Kutsal Kitap’tan aldığını söyleyerek bunların orijinal olduğunu kabul etmiyorlardı. Hıristiyan kanıtları karşısında , Yunan felsefesi, kadim polemik alışkanlıklarını değiştirmek zorunda kaldı...

Hıristiyanlar, YAHUDİLİĞİ ÖRNEK TUTARAK  Kutsal Kitaplar’ın yorumlarından başka felsefe, bir doktrinin doğruluğu hakkında, Kutsal Yazılar’da kaydedilmiş olan vahye uygunluğundan başka ölçü kabul etmiyorlardı. 

Attika büyük filozoflarının yazıları bir tür Kutsal Kitap, esas olarak da bir tür tabiat üstü vahiy haline geldi.  Onların benzeri  bulunmayan şaheserler olduğu söylendi ve her cümleyi, her kelimeyi esin kaynağı sayacak derecede, bunlara bağlanıldı. Filologlar, gramerciler, eleştiriciler, metinleri tahlil etmek, temizlemek, tespit etmek, yorumlamak konusununda birleştiler. Platon’un yalnız düşünce tarzını değil, fakat şekle aşık Yunanlılar için, eserlerinin hemen hemen içeriği kadar değerli olan edebi tarzını , yüksek anlatımını da taklit eder göründüler. Alkinoos, Atticus, Platon’u yorumladılar.             Aphrodisias’lı İskender, bu yorumların en iyisini yapmak için bilimini ve zekasının derinliğini Aristoteles’in yorumlanmasına hasretti. (İ.S. II.yy)

İşte bütün bu düşünsel süreç işlerken daha doğrusu eklektik felsefe çalışmalarının devamında  İskenderiye yeni –platonculuk okulunun pek az tanınmış kurucusu Ammonios Sakkas ve öğrencileri            Longinos,  Origenes, Herennios, PLOTİNOS, ünlü idealistin Platon’un ruhuna daha iyi nüfuz etmesini bildiler.  Yeni-Platonculukta, ve özellikle Plotinus’ta , Yunanistan’ın ruhu , Tanrı, evren, ve insanın varlığı hakkında on yüzyıllık düşüncelerinin sonucunu  kesin ve görkemli bir şekilde anlatmak için bir kez daha kendi kendini dinliyor gibidir.

Şimdi burada Sokrates’in dialoglarında olduğu gibi konuyu götürebileceğim daha çok yol var ve bir sonraki yazıma bırakarak burada sonlandırıyorum.

Araştıralım, düşünelim ve okuyalım.

 

Füsun   Kankat

Kaynakça: Alfred Weber ( Strasbourg Üniversitesinde Profesör)  Felsefe Tarihi  1998 basımı.                                       S. 106 “Eklektizm”

 

 



__________ ESET NOD32 Antivirus tarafından sağlanan bilgiler, virüs imza veritabanı sürümü: 7407 (20120822) __________

İleti ESET NOD32 Antivirus tarafından denetlendi.

http://www.nod32.com.tr

5 Ağustos 2012 Pazar

PLATON VE TEKTANRI DÜŞÜNCESİNİN BAŞLANGIÇ ÖYKÜSÜ

            PLATON  VE  TEKTANRI  DÜŞÜNCESİNİN BAŞLANGIÇ  ÖYKÜSÜ               

Bütün bir felsefe tarihinin öyküsü çok ağır ve sağlam adımlarla incelendiğinde, daima varılan sonuç ; PLATON’un felsefenin babası olduğudur. Platon + Aristo = Felsefe. Kendinden önceki eski Yunan düşünürleri yani  önemli İonia’lı düşünürlerin (Pythagoras ve Anaxagoras gibi) kuramlarını ele alıp toparlamış, kendi dehasını da katarak büyük bir felsefi dizge haline getirmiştir. Dialoglar halinde olan 35 eser bırakmıştır. Evrenin en iyiyi temsil eden en yetkin bir akıl (bütün akılların üzerinde) tarafından büyük bir matematiksel  düzen halinde ereksel (teleolojik) bir yaratım olarak oluşturulduğunu ileri sürmüştür. Biricik, tek, en iyi, en yetkin akıl, akılların aklı... Bir prizmadan geçerek yansıyan ışınların vurması gibi diğer varlıklar da onun ışınlarıdır.

İdealar aleminin esas olduğu, duyumlarla elde ettiğimiz bilgilerin ikincil önemde olduğunu savunurken idealar aleminin Tanrısal dünya-Tanrısal hayatı temsil ettiğini, bu dünyadaki bilgilerimizin birer anımsama(anamnesis) olduğunu söyler büyük düşünür Platon. Ruhun ölümsüzlüğünü anlatırken Orphik-Pythagorasçı görüşün etkileri görülmektedir. Ruhun daha önce Tanrısal alemde sahip olduğu doğru idealar, gerçek hayatta duyumlarla edinilen bilgilerle su yüzüne çıkar anımsama halinde bilgiler meydana gelir. Menon dialoğunda Sokrates, hiç matematik bilmeyen bir köleye doğru ve en uygun sorularla bir geometri problemini çözdürerek bunu tanıtlar. Akılda var olan kodlarla bunu başarmıştır köle. En yetkin, en büyük akıl Demiurge, evrenin mimarıdır. Hava-Ateş-Su-Toprak gibi maddelerle ve evren-ruhu ile uzayda bulunan esas maddeleri(hylo) kullanarak bir sistem haline getirmiştir. Genesis-oluşum gerçekleşmiştir(kosmology-evrenbilim). Timaeus, Phaidon, Phaedrus  adlı dialogları ayrıntılı olarak okunduğunda “tektanrılı dinin” temellerini inşa etmiş olduğunu görebiliriz. Bu da hep Hristiyan döneme geçişin öyküsü kapsamında daha doğrusu Hristiyanlık tarihinde ele alınır ve incelenir. Şimdi burada tartışılması gereken esas konu; Platon ve önceli İonia’lı hatta İzmir-Urla’lı Anaxagoras , bu en büyük akıl (Nous) veya Demiurge (Tanrı) fikrini ortaya koyarken eski Yunan’daki politheist din anlayışından, monotheist din anlayışına geçişin temel taşlarıdır; ancak Hz. Musa ve Yahudiliğe ne demeli ?... Platon’dan  800 yıl önce Mısır’da Kenan diyarındaki bu büyük dinden etkileşim olmuş mudur ?

Platon, Güney İtalya ve Sicilya’da Sirakuza’da bulunmuştur. Hatta bazı kaynaklara göre Mısır’a İskenderiye’ye filan gittiği de söylenirse de şüphelidir. M.Ö.4. ve 3.yy.larda özellikle Hellenistik Dönem’de büyük bir “kültürel ve sanatsal anlamda” göç olmuş. Zamanın en ünlü entelektüelleri, filozofları ve bilim adamları orada toplanmış Kalimakhos gibi, Euklit, Hypatia gibi .                                                Mısır ve havalisindeki Yahudilere Hellenistik Kültür’ü götürmek, Hellenizm’le Yahudiliği ve Doğu Akdeniz kültürünü bir potada harmanlamak... Okuduğum yazarlar, örneğin Frank Thilly, bunu bu şekilde yorumluyorlar. Halbuki tam tersinden bakmak istiyorum; eski Yunan politheist dinden vazgeçiş döneminde Hz.Musa’dan mı etkilendi? Yoksa kendi aklıyla kendi  felsefesiyle bu büyük düşünce dizgesini oluşturdu. Yahudilik mi Antik Yunan’ı etkiledi? Hellen dünyası mı Yahudi dünyasını etkiledi? Büyük İskender’in fetihleri ve Hümanizma hareketi ile Yunanlılar Mısır ve Ön Asya ülkelerine gidiyorlar, Hellenistik kültürü taşıyorlar. Nitekim benim bidiğim kadarıyla İskenderiye’li Yahudi filozof Philon (MÖ.30-50) der ki :_Yahudilik, insan aklının toplamıdır. Pisagor ve Platon gibi Yunan düşünürleri ile Musa ve havarilerin öğretileri aynı temel üzerinde bulunmaktadır. Philon, bunu kanıtlamak için Platonculuk ve Stoacılık düşüncelerini okumuş vealegorik yöntemle kutsal yazılar ile bu düşünceler arasında bağlar kurmuştur.                                                                                                                       Son çözümlemede; Platon kendi aklıyla, akıl yürütme ile bu dünyanın bir mimari olduğunu  buluyor,  Musa Peygamber vahiy ile... Platon’da vahiy yok ve kendini peygamber ilan etmemiş...  Bütün eserlerinde, dialoglarında  devletçilik, ahlak, evrenbilim, ruhbilim, metafizik, eğitim konularında fevkalade sistemler ortaya koyuyor. Kendisinden sonra ve hatta Aristo’dan sonra “Patristik Dönem”den geçerek Doğu Roma (Bizans) Dönemi’nde  Hristiyanlık resmen kabuk ediliyor.  Kilise babalarının birtakım önemli konseylerinden sonra özellikle de MS.325’deki Nicea Konseyi (İznik)vs. derken Hristiyanlık dinine geçiliyor ve felsefe böylece dinin hizmetine girmiş oluyor. Hep eski Yunan politheist dinden Hristiyan monotheist din kültürüne nasıl geçildiği felsefe tarihinde hep incelenir ve irdelenir. Ne var ki Yahudilik (Judaizm) ve Musa Peygamber’den nasıl ne ne şekilde bir etkileşim olduğuna dair tatmin edici felsefi bir açılım veya yoruma pek rastlanmaz Philon’un dışında.                                Bu konuda  farklı kaynak ve yorumlar bekliyorum.  Eski ve unutulmuş kaynaklara bir fener, bir ışık tutacak olan olursa çok anlamlı bir açılım olacaktır.

Füsun Kankat

 

 

 

 



__________ ESET NOD32 Antivirus tarafından sağlanan bilgiler, virüs imza veritabanı sürümü: 7358 (20120805) __________

İleti ESET NOD32 Antivirus tarafından denetlendi.

http://www.nod32.com.tr