31 Ekim 2012 Çarşamba

Yağmur Keyfi ve Islak Düşler

YAĞMUR KEYFİ ve ISLAK DÜŞLER

Bahçedeki lambanın ışığı altında çimenlerin ıslak ıslak parıldadığını görüyorum. Güllerin yaprakları ıslak, pırıl pırıl ve revnaklı ; henüz banyo yapmış bir bebeğin ıslak kirpiklerindeki su damlacıkları gibi üstlerinde biriken her bir damlacık yere düştü düşecek.  Defne Ağacı da aynı şekilde, duştan çıkmış selvi boylu, lepiska saçlı güzeller güzeli Dafne olarak , ıslak saçlarından sular akarak karşımda durmakta... Toprak kokusu, çimen kokusu, şimşekler ve gök gürültüsü, hepsi birden bir pastoral senfoninin içine çekiyor insanı. Gökyüzünde ardı ardına çakan şimşekler ve o büyük gümbürtü; timpani ve davullarla canlandırıldığında nasıl görkemli bir orkestrasyon ortaya çıkarsa, evlerin damlarına, pergolelerin üstlerine ve köpek kulübesinin üstüne düşen yağmur damlaları da bir piyanonun tuşlarında hayat bulur ve ruhumuza işler. Üzeri camla kaplı bir kamelyanın üzerine düşen damlalarla, kümesin üzerine düşen her bir yağmur damlasının çıkardığı ses notalara dökülecek olursa ortaya çok ilginç melodiler çıkacaktır. Önce uzun süren ve yeknesak bir şekilde düşen damlaların sesini dinleriz. Uzun süren bir yağıştan sonra tıp- tıp- tıp- giderek yavaşlayan ve tek tek çıkan sesler kulağımıza gelir; bunlar, düştükleri zemine göre bazen tiz, bazen de tok ve bas sesli vuruşlar halindedir. Tıpkı bütün bu güzellikleri seyrederken dinlemekte olduğum  diskten etrafa yayılan  Chopin’in “Yağmur Damlaları” prelüdünde olduğu gibi.  İşte şimdi, bütün bu damlalar, usta parmaklardan da aynı şekilde piyanonun tuşlarına damlıyorlar. Nitekim, günümüz sanatçılarından Kazakistanlı Anjelika Akbar, özel olarak “Su” isimli bir CD çıkarmıştı. Çok ilginç bir müzik çalışmasıydı. Aynı zamanda, meditatif bir terapiyi de amaçlıyordu. Ankara’da yaşayan  sanatçı doğadaki sesleri ve özellikle de su seslerini piyanoda canlandırmaya merak sarmıştı.

Her iki tarafında asırlık devasa ağaçların sıralandığı uzun bir yolda, yağmurda araba kullanırken hayal edin kendinizi; ön cama vuran yağmur damlaları ile yarışırcasına çalışan sileceklerin çıkardığı sesi hatırlayın! Buğulanan camlar, sürekli çalışan silecekler ve arada bir eldiveninizle içerden buharlı silmeye çalışmak... O andaki durumla baş etmekten başka fazla bir şey düşünmeyiz.                                              Doğanın bu ıslak seslerinin uyandırdığı bütün bu duyguların hepsi galiba daha çok kırsalda ruhumuzu ele geçiriyor. Zira karmaşık şehir ortamında insanın farkındalığı zevke değil, gerilime yol açıyor. Yağmurdan ve kardan zevk almak için iki katlı veya tek katlı düzayak evlerin, boş yolların, alabildiğine boşluğun olduğu ve doğanın üzerinde insanın sere serpe yayılarak yaşadığı eski model bir hayat tarzı olsaydı, ne güzel olurdu!... Ama yine de karamsar olmayalım. İlkbaharın yeşilini ve kuş seslerini nasıl seviyorsak,  sonbaharın yaprak dökümünü, yağmurunu, sağnağını ve hatta en şiddetli gök gürültüsünü dahi idrak edelim ve tadına varalım. Onları , bir orkestrada hangi enstrümanlarla canlandırabileceğimizi düşleyelim.  “Tadına varmak”, çok önemli; örneğin ben şu anda “güz gülleri”nin tadına varıyorum. Gerçekten o kadar güzeller ki. Hepsi birden yakut rengi, grup rengi, beyaz, krem , açmışlar ve kış gelmeden son defa keyifle selamlıyorlar bizi...

Bir zamanlar, bir yazarın dediği gibi: -“Sararan çimenlerin, solan yaprakların yeşilliğini,                                        

                                                                    Hiçbir şey geri getiremez.

                                                                    Fakat, her şeye rağmen hayat

                                                                    Üzülmeye değmez !”

 

Füsun Kankat        

                                                                         

 



__________ ESET NOD32 Antivirus tarafından sağlanan bilgiler, virüs imza veritabanı sürümü: 7647 (20121031) __________

İleti ESET NOD32 Antivirus tarafından denetlendi.

http://www.nod32.com.tr

10 Ekim 2012 Çarşamba

İskenderiyeli Philon ( M.Ö.30 - M.S.50 )

  İSKENDERİYE’Lİ  PHİLON  (M.Ö.30 – M.S.50 )

POLİTEİZM’DEN  MONOTEİZM’E  GEÇERKEN  SINIRDA  RASTLADIĞIMIZ  BÜYÜK  DÜŞÜNÜR

“  Sadece Yahudilerin Tanrı’nın kavmi olmadığını, tüm insanların ortak bir baba önünde eşit olduklarını dile getirmiştir.  Yeter ki insanlar tek tanrıcı olsunlar ve bu Tanrı’ya inansınlar, ona dua etsinler.”---diyen  büyük Yahudi filozof  Philon,  mensubu olduğu dine ve topraklara rağmen özgür bir düşünce ve adil bir bakış açısına sahipti. Düşünen araştıran ve kültürler arası olumlu bir senteze ulaşmayı gerçekleştiren bir alimdi.

İskenderiye’de yüksek itibarı olan ruhani sınıfından bir ailenin oğludur. Bir taraftan güçlü bir Yahudi kültürü almış, bir taraftan da daha çocukluğunda bu kültürle yetinmeyip üzerine Yunan kültürünü eklemiştir. Sadece ekmek, tuz ve bir çeşit otla çölde geçirdiği bir inziva (dalınç) döneminden sonra  Atina’ya gider. Orada retorik öğrenerek; Pindar, Sophokles, Euripides ve Heredot’un eserlerinin etkisiyle Yunanlıları sever ve eserlerinde Tanrısal Platon en başta olmak üzere Anthistenes, Pythagoras, Aristoteles, Zenon, Herakleitos ve Arkelaus gibi Yunan düşünürlerinden bir hayli etkilenir ve zenginleşir.  Eski Yunan’da tek bir Tanrı fikrinin ışığını ilk yakan kadim filozof Platon’un Timaios dialoğundan çok bahseder. Philon, “Her İyi Adam Özgürdür” adlı eserini Yunanistan’da yayımlamıştır. Sinagog’da ve okulda verdiği dersleri kapsar. Bir çok eserler vermiş ve bunları “alegorik” anlatımla ortaya koymuştur tıpkı essencilerle sağıtmanlar ve kabalistlerin yaptığı gibi... Daha sonraları Origen ve Gnostiklerde (bilgiciler) görülmüştür.  Alegorik yönteme baş vurmanın iki nedeni vardır:  Biri düşüncenin bağımsızlığını geleneğe saygı gösteriyormuş gibi görünerek korumak;  ikincisi, kutsal kitaplarda yazılan şeylerin mecazlı, simgeli ve kinayeli bir dille ifade edilmiş olduklarına inanmak.      Philon’un eserlerinde güttüğü amaç da okuyanları inandırmak  ve hidayete erdirmektir. Bu umut ve inancı, ölünceye kadar yitirmemişti. Onun bütün eserlerini Kilise Babaları okumuştu. Philon’un felsefe tarihindeki yeri  fevkalade önemlidir. O, bize yalnız İSKENDERİYE “EKLEKTİZM’İNİ değil, fakat bu okulun uğraştığı sorunları, o dönemde  İSKENDERİYE’DE  TOPLANMIŞ  ÖĞELERİ  BİRBİRİNE  YAKLAŞTIRMA ve uzaklaştırma amacını temsil eder. Bu yakınlaştırmanın ilk örneğini vermek suretiyle kendisinden sonra meydana gelen şu  üç büyük sistemin bir aracısı ve müjdecisi olmuştur :                       1) BİLGİCİLİK (GNOSTİSİSİZM )----2) YENİ-PLATONCULUK---3) İSKENDERİYE KİLİSESİNİN PAPAZLAR FELSEFESİ  ( ERKEN HIRİSTİYANLIK )----                                                                                                                        Philon’un  eserlerinde işlediği konular, esas olarak “Kabala felsefesinin özünü teşkil eden Tanrı’nın yaratıcı enerjisi, yaratılan her şeyde O’nun var oluşu, ilk insan” melekler,”Kelam”, vahiy ve MUSA ile ilgili düşünceleridir. Ahlak, insan yaşamı ve erdem konularında Platon ve Yeni-Platoncular’dan izler taşımaktadır.

ESERLERİ:  Musa’ya Göre Alem’in Yaradılışı,  Kutsal Kitapların Alegorileri,  Alevler Saçan Kılıç,  İlk Doğan İnsan,  Kabil,  Nuh Uyanınca Öğrendi, Akılsızın Köleliği, İttifaklar, Sofuluğa Dair(bundan  üç parça kalmıştır), Çıkış Kitabına ( Exode) Dair Sorunlar ( bu eser beş kitaptır), İshak, Yakup...vb.’nın Hayatları,  Yahudilere İşkence ( üç kitap-kaybolmuştur), Düşler Kitabı ( üç kitap),  Sayılara Dair,  Florilegia.

Philon’un eserleri genel olarak iki büyük kısma ayrılmıştır: 1- Eski Yunan sistemlerinden yararlanmış olduklarıdır ki, bunlar dinin ahlaksal ilkeleriyle uzlaşabilirler. Örneğin, Pithagoras, Aristoteles, Zenon ve hele Platon’un düşünceleri bu türdendir.                                                                                                        2- Kaynakları Doğu düşünce ve inançları olan coşkulu bir panteizmi ve coşkun bir mistisizmi kapsayaneserleri. Bu iki düşünce tarafı , onun doktrinini, şu üç problemde toplamamıza  yarardım eder:    a)  Tanrı:  Philon’a göre, Tanrı inkar edilemez; zira, O’nun varlığından hem kutsal kitaplar bahsediyor, hem de alemin düzeni. Yahova tarafından bazı kimselere ilham edilmiştir. Fakat, insan onun ne olduğunu bilemez. O’nun niteliği , bilinmek değil, varolmaktan ibarettir. Kendini yüce birliğin kendisi bilir. O, cisimsizdir, tanımlanamaz. Philon, On Emrin (Decalogue) nasıl vahyolunduğunu açıklamak için : “ Tanrı, der, görülmez bir sesin , gerçek akıl sesinin hava içinde çınlamasını emretti ! “.     Bu suretle Philon, Tanrı’nın konuşmadan konuştuğunu tanıtlamaya çalışır. Tanrı birdir,  evrenin tek sahibidir, ebedidir ve değişmez. Uçsuz bucaksızdır ve evreni doldurur. Bir anda hem yerdedir, hem de hiçbir yerde değildir. O, kavranılabilir ( intellegible)  düşüncelerin maddesel olmayan yeridir. Tümel bilgiç (omniscience) ve tümel güçtür.  Hatta saçmaya bile gücü yeter ve Tanrı kayradır (providence) yani yüksek tutulan, ya da yüksek sayılandan gelen iyilik, lütuf, ihsan, atıfet, inayettir.                                        Kutsal kitabın yazdığı gibi, a l e m i n  ç o b a n ı d ı r ;  tüm insanlık O’nun sürüsüdür. Kendisinin MUSA’ya söylediği gibi, “ Senin Tanrı’n olan ben ebediyim ! “ O, tüm ulusların Tanrı’sıdır; emirleri herkes içindir. Tüm insanlar O’nun katında eşittirler; özgür ve köle, herkesin sığınağı ve barınağı O’dur.  O en yüce  bir barışseverdir ki, günah işleyenlere daima iyiliğe dönmeleri ve kendi taraflarından  ceza görmeleri için  elverişli fırsatlar hazırlar. O, iyiliksever ve kurtarıcıdır. Düşünce-Tanrı ve Aşk-Tanrı’nın her ikisi de bir anda bilime sahiptir. Fakat buna, bilimi insana yaymak için sahiptir. Tanrı’nın şerden başka her şeye gücü yeter, cezalandırmadan affeder.                                           Tanrı hakkındaki bu düşüncelerinden de anlaşılır ki, Philon, evrenden ayrı ve bağımsız bir varlık olarak ele almış olduğu Tanrı’yı, bir taraftan eşyanın nedeni, evrenin yapıcı ve etkili nedeni saymakta, bir taraftan da insanlığın ülküsü gibi tasavvur etmektedir. Yukarıda saydığı niteliklere dikkat edilirse, bunların  insan fakültelerinin en yüksek bir evrim derecesine yükselerek onun niteliğinde toplanmış olduğu görülür. Philon, bir taraftan da Tanrı’yı, yetkinlğin ve hatta tüm olabilen fakültelerin üstünde betimlemiştir. Yani, erdem, bilim, güzellik, hayır ve hatta birlik bile O’nun hakkında bir fikir veremez. O, sadece adsız bir varlık olarak vardır. Görülüyor ki Philon, birinci takdirde , Yunan Felsefesi’nin ve özellikle Platon’un etkisi altındadır;  ikinci takdirde ise, tamamiyle insanınkilerden farklı bir düzen  düşüncesiyle karşı karşıya bulunur. Yani, üstün olduğu iddia edilen bir fakülte önünde  vazgeçen bir akıldır ki, bu mistisizmin önünde felsefenin çekilmesi demektir.

Philon, Tanrı ile insanlar arasında mabeyincilik yapan birtakım güçlüler de kabul etmiştir. Tanrı görülmediği halde bunlar insana İbrahim öyküsünde olduğu gibi, görünürler ve Tanr’ya yakın bir yerde bulunurlar. Tanrı’dan haber getirirler, O’na hizmet ederler. Bu üstün meleklerin sayısı beştir. Bunların en yükseği “Kelam”dır. Bu, Tanrı’nın görülebilir adı ve suretidir. Fanilerin akılları tarafından  kavranılabilecek olan nurun kaynağı budur ve kendi yaratıcısı gibi ebedidir.  O, Tanrı’nın vekilidir.             Daima babasının yerini almaya ve onu taklit etmeye hazırdır. O, evreni bir giysi gibi taşır; tüm öğelerle örtünmüş olup, evren onun suretinden oluşmuştur. Kelam, kalbimize girince, içimiz bilgi ve esenlikle dolar.  O, insanlığın kurtarıcısıdır. Philon, hiçbir ruhun kurtarılmasından umudunu kesmez.  Zira, Kelam, Tanrı’ya bir faniyi affetmesi ve inayette bulunması için yalvarmaya asla son vermez. O, Tanrı’nın  ilk iki güçlüsü arasında bir mabeyincidir. Oluşturduğu evrenin bölüştüreni, düzenleyenidir ve günahsızdır.  O, baba için Tanrı, anne için bilgelik, ve giysi için evrendir. Konuşulan “Kelam” dilden başka bir şey değildir ve bu, her ahlakın dayanak ve ilkesidir. Anlaşılıyor ki, Philon’a göre KELAM, tüm düşüncelerin yeridir ve varlıklar, bu düşünceleri taklit ederek meydana gelir. Yani, evren, Tanrısal düşüncenin , nesnel bir belirtisidir. Tanrı, evrenin zihinli bir ilkesi, bir mimarıdır. Tüm göksel aşamaların her derecesi, düşüncelerden başka bir şey değildir.  Fakat Doğu mistisizmi, Tanrı’yı tüm varlıkların içkin nedeni ve yeri olarak göstermek suretiyle ortaya çıkınca, tüm düşünceler, bir kuvvet ve bir tek tözün kapladığı maddesel gerçeklik ve birbirine bağlı etkin kuvvetler halini almış olurlar. Bu suretledir ki, Tanrı’nın ilk oğlu olan KELAM, ya da BİLGELİK, başka bir güç, bir kişi, bir hipostas haline gelmiş olur. Bu itibarla güçlüklerin ilki olan KELAM’a, “Tanrısal Adem” adı da verilebilir.                              Zira, topraksal insan, onun suretinde yaratılmıştır. O, bize bazen maddesel  bir şekilde görülür. Yakub’un düşte gördüğü , o olduğu gibi, Musa’ya ateşli çalılıktan hitap eden de odur. ( De Somniis, cilt I, s. 656). 

Kelam’ın göğsünde ikinci bir güçlü , yani söylenmiş olan kelam anlamında olmak üzere “söz “ denilen etkili güç, kaynağından fışkıran bir nehir gibi belirir. Bu ikinci kelam da, tüm varlıklara adaletle hükmeden ‘saltanat gücü’nü doğurur. Bu üç güçlü Tanrı’dan ayrılmamak koşuluyla,  ışığını derece derece karanlıklaştırmak suretiyle, evrenin ışık ve hayatı olmak üzere Tanrı’dan iner, ve Tanrı’dan türerler. ( Burada Kabalistik düşünceyi  anımsamakta yarar var).

Meleklere gelince, bunlar doğanın türlü kısımlarını yöneten canlı varlıklardır, ya da esir içinde yüzen ve bazen insanlarla birleşmek üzere gelen ruhlardır.  Onların rolü, mitolojideki cinlerle ikinci düzenden olan tanrıların yaptığı rollerin aynıdır. ( De Gigantibus cilt I, s.253)  Burada, Yeni-Platonculuğu ve Plotinus’u anımsıyorum ister istemez, Plotinus da tek Tanrı, Mutlak Varlık’ı kabul etmekle  birlikte mitolojideki bu ikinci düzenden olan tanrıları yadsımaz; dolayısıyla biraz da Roma İmparatorluğu anlayışı ve teamüllerine bir uyum göstermedir belki de kimbilir...Tek Tanrılı büyük dine geçiş sürecinin işleyişi gözüyle irdelemek gerekiyor...

b)  KOZMOGONİ :   Philon’da bu konu, Tanrı, yüklem, eylem ve doğasından ayrı olarak incelenemez. Kelam ile diğer güçlülerin aracılığıyla Tanrıda yerleşmiş bulunan aleme ulaşılır. Philon’un bu konudaki düşünceleri, sisteminin en düzenli bir kısmıdır. O, bu sorunu  “Alemin Bozulamazlığı” ve “Alem” adlı iki eserinde açıklamıştır. Philon , öncelikle Yahudi kozmogonisinin  Yunan kozmogonisinden üstün olduğunu tanıtlamaya çalışır. Philon Kutsal Kitap’ta iki kozmogoni görüşünün varlığını fark etmiştir.      Birincisi, ‘duyulur alem’, ikincisi kavranılabilir alemdir ki ona göre , bunu ayıran MUSA’dır. Kutsal kitaptaki  yaratma dogmasını  elden bırakmaksızın Yunanlıları düzenleyici bir Demiourgos sayesinde alemin ebedi olduğunu iddia etmelerine hücum eder. Ona göre Tanrı her şeyi çoktan çıkarmıştır.        Tanrı, duyulur alemin ve akıl alır alemin, yaptıran, etkin ve amaçlı ve maddesel nedenidir, babadır ve kosmos’un ve zaman’ın artistidir. Tüm yaratılmış olan evrenin yaratanı ve nedeni elbette sonuçtan üstündür. Tanrı evvela kavranılabilir düşünceleri yaratmıştır ki bunun birincisi Kelam’dır. Tanrı, alemi iyiliğinden yaratmıştır, alemi düşünmüş, bu düşünceye hayran olmuş ve kendi güçlerini tüketmeksizin yaratmış ve beceriksiz bir sanat adamı gibi değil, oğlunu yöneten bir baba gibi araya girerek sürekli yaratmaya devam eder; alem bir tek edimle yaratılmıştır. Zira, Tanrı’nın zamana ihtiyacı yoktur. Musa’nın günden bahsetmesi, sayının düzen ve ahenk simgesi olmasından  ve sayılar arasında 6’nın buna en uygun gelmesindendir. Philon burada çok önem verdiği sayılar hakkında garip bir kuram ileri sürmüştür. Bu nedenden eskiler onu, Pisagorcu saymışlardır. Örneğin ona göre 6, birlikten sonra gelen en yetkin sayı olduğu için yaratmaya en uygun gelen tek sayıdır. Zira bu iki eşit kısımdan 3’ten, 2’den, ve nihayet birlikten ibarettir; erkektir ve dişidir....vb.  Tanrı’nın iyiliğinden doğmuş olan evren,    olabilenin en iyisidir. Tanrı, ara vermeden kendi eserine nezaret eder. Evren birdir ve o duyulur olduğu için yaratılmıştır. Tanrı tüm bir edimdir, bununla birlikte güçten edime geçer. Madde bitmeyecektir, fakat buna karşın o, başlamıştır. Görülüyor ki Philon’un kozmogonisi, hiçbir mantıkla uzlaştırılamayacak olan iki doktrini  kapsamaktadır : 1- Platon’un  düalizmidir ki bu, Timaios diyaloğunda açıklanmıştır. 2-Tözün birliği ve türüm (emanation ) düşüncesi, Philon’un bir çok eserlerinde ve hele De Mundi  Opificio adlı eserinde cilt 1 s.4 İbrani Tanrıbilimcilerinin iki ilke tanıdıkları  kayıtlıdır:  a) Etkin (actif) ilke, yani ‘yüce zihin’ ya da ‘KELAM’ ki, bu, iyinin, güzel ve doğrunun kaynağıdır.   b) Edilgin (pasif) ilkedir ki, bu ham ve cansız maddedir. Buna zihin şekil vermiştir.  Philon, bu ikinci ilkeye saf bir soyutluk vermemek için , “Hiçbir şey yoktan varolamaz ve hiçbir şey yokluğa dönmez” şeklinde ifade edilmiş olan ilkçağ putataparlarının özdeyişini hatırlatır.  Yani evren; Toprak, Su, Hava ve Ateş gibi dört  elementi  kapsar ki bunlar sırayla bir şekilden başka bir şekle girer. Fakat bu öğelerden her birinin ayrı ayrı şekilleriyle evrenin yapısı içinde toptan gösterdikleri şekilleri, Tanrı’nın kendisi de alır. Yani bu duyulur alem, “Olsun !” emri verilmeden önce, Tanrı, kendi düşüncesinde kavrayabileni ve ebedi düşünceleri seyretti ve Philon, bu Platon’cu görüşte hiçbir şeyi unutmamak içindir ki alemin ebediliği düşüncesini de bu görüşe ekledi. Ona göre, alemin oluşumunun gerçeksel nedeni, Tanrısal hayırdır. Şu halde Tanrı, düzenin, genel ahengin kaosla yer değiştirmesini istemek için iyiliğe son vermesi gerekir. Bir gün dünyamızın yerine daha iyi bir dünyanın geleceğini var saymaya gelince, böyle bir hipotezi kabul etmek, Tanrı’yı şimdiki eşya düzeni karşısında bilgeliğiyle bilgisinin eksik olduğunu kabul etmek demektir. Böylece alem, bitmemek üzere başlamıştır. Bu nedenle de TANRI ONUN YARATICISI DEĞİL MİMARIDIR. Nasıl ki artist eserinden ayrı ve farklı ise TANRI da EVRENDEN ÖYLECE AYRIDIR. Şimdi bu düşünceleri, aşağıdaki şu önermelerle uzlaştırmaya çalışalım: Tanrı, hiç dinlenemez. Ateşin doğası yakmak, karın doğası soğutmak olduğu gibi onun doğası da, daima meydana getirmek, oluşturmaktır.( Leg. Alleg. Cilt I, II, s.261 baskı:Mangey)  YARATMA, ZAMAN  İÇİNDE  BAŞLAMIŞ  DEĞİLDİR.  Zira, zamanın kendisi, Platon öğretisinde olduğu gibi eşya ile birlikte oluşan ebediliğin fani bir hayalinden başka bir şey değildir. Tanrı’nın varlıklar üzerinde yaptığı eyleme gelince, bu maddeye hemen şimdi bir şekil vermekten ibaret değildir. Onun eylemi, mutlaktır; bu eylem, yaratmanın yoktan var olduğuna dair olan düşüncelerin ötelerine uzanır. Zira, Philon’a göre, Tanrı, evrenin olduğu kadar da her bir varlığın içinde bir eylem ilkesidir.  Çünkü faaliyet yalnız ona aittir. Doğmuş olan her şeyin karakteri edilgin olmaktır ve tüm varolan şey, onun varlığı ile doludur.  O, her şeye nüfuz etmiştir. Tamamiyle boş olan hiç bir varlık yoktur.  O, her yerdedir. Kendinden türeyen güç aracılığıyla , o maynı zamanda toprak, su, hava ve gökyüzüne nüfuz eder ve evrenin en küçük parçalarını bile görünmez bağlarla birbirine bağlamak suretiyle doldurur   ( De Linguarum Confusione, cilt I, s.425 )    Fakat bu kadarı da yetmez;  Tanrı’nın kendisi de ‘evrensel  yer’dir. Çünkü O,her  şeyi kaplar ve içine alır. Evrenin ve evrene özgü olan yerin sığınağıdır. Kendisinin yeri de kendinin kaplanmış bulunduğu yerdir. Yani O, kendi kendisini kapsar. ( De Somniis, lib.I). Durum böyle olunca, öteki varlıklara yapacak ne kalır ?  Bunun karşılığı:  “Tanrı heptir (tüm) den ibarettir.

Philon’un öğretisi kapsamında tabii ki daha yazılabilecek pek çok şey var.  c) İnsanın Doğası  ya da antropoloji üzerine yazdıklarını burada alıntılamama gerek  olmadığını sanıyorum. Ancak benim daha önce size sormuş olduğum veya hep bir cevap araştırdığım sorunun cevabını hemen burada yakaladım ki  şudur: Yunan felsefesinin sağladığı akılcı bir kuramla kendi mutlak inançlarını uzlaştırmaya çalışırsa da benim aradığım son söz şudur;  “BİLGİNLER  VE  FİLOZOFLARIN  İŞE  KARIŞMALARIYLADIR Kİ   YUNANLILAR,  MUSA’NIN   BİLDİRDİKLERİNİ  TANIMIŞLARDIR”.

Büyük filozofumuz daha ne desin ki !...

En büyük Mimar’ın İlahi Işığı hep aydınlatsın bizleri......

Füsun  Kankat                                 Kaynağım: Filozoflar Ans. Cemil Sena  3.Cilt  S.597

 

   

 



__________ ESET NOD32 Antivirus tarafından sağlanan bilgiler, virüs imza veritabanı sürümü: 7565 (20121009) __________

İleti ESET NOD32 Antivirus tarafından denetlendi.

http://www.nod32.com.tr

5 Ekim 2012 Cuma

PORFİR AĞACI'NDAN KABALA FELSEFESİ'NE DİNİN RASYONEL SINIRLARI

       Porfir Ağacı’ndan  Kabala Felsefesi’ne  dinin  rasyonal  sınırları

Mutluluğa sanat, sevgi ve felsefe yollarından  varılabileceğini bendeniz hep söylerim, ancak bunu benden çağlar önce  felsefe tarihine geçmiş  büyük düşünür Plotinos  söylemiş olduğuna göre doğru yoldayım demektir. Tanrı’yı sanatçı duyulur alemde, seven kişi insan ruhunda, filozof anlaşılır alemde arar. Ne var ki tanrıya ancak felsefesel bir kendinden geçişle varılır, düşünceyle varılan gerçek sanatı ve sevgiyi aşar, sanatla ve sevgiyle varılanın ancak soluk birer gölgeden ibaret olduğunu ortaya koyar ve insanı tanrısıyla birleştirir. Anlaşılır aleme götüren yöntem, Platon’da olduğu gibi “diyalektik” yani “eytişim”dir. Eytişim Plotinus’ta, Platon’da da olduğu gibi, doğruya vardıran bir mantık’tır: “Anlaşılır’a ulaşıncaya kadar birleştirir, toplar, böler. Diyalektik, felsefe demektir, genele doğru yürüyen bir uslamlamadır, bir akıl yürütmedir. 

Mısır Yunanlılarından Plotinos ( İÖ.204- 264), yeni-platonculuğun temel öğelerini  öğretmeni  İskenderiye’li Ammanios Sakkas’tan  öğrendiği halde, kurucusu sayılır. Çünkü Platonculuğun gizemsel yanını ,Antikçağ Yunanlılarının bütün düşünceci düşünürleriyle uzlaştırıp dizgeleyerek, o geliştirmiştir. Bu bakımdan Plotinosçuluk seçmeci bir öğretidir. Antikçağ Yunanlılarının bilgi sevgisi “philosophia”, tanrı bilgisi “Theosophia”ya dönüşmüştür. Plotinosçuluk, hristiyanlığın temellerini atan kilise  babalarının başlıca kaynağıdır; ama, Yahudi geleneksel öğretileriyle de önemli parelellikler gösterir. Kabala felsefesi’ni okurken ve tanırken bunları anımsamamak mümkün değildir. Aslında Plotinos’un öğretisi, türümcü kamutanrıcılık, yani bir başka deyişle “Pantheizm”dir ; çünkü ona göre her şey, evrendeki her şey,  Tanrı’dan çıkmıştır ve Tanrı’ya dönecektir. Bu çıkış, güneşin ışınlarının yayılması ya da bir kaynaktan su fışkırmasını dile getiren “Perilampsis” ( Yunanca )  deyimiyle terimler.  

Perilampsis terimi, Plotinos öğretisinin başkavramıdır. Bu yayılma ve fışkırmayı şöyle anlatır: “Bütün şeylerden önce ve kendinden sonra gelenlerden farklı bir şeyin bulunması gerekir. Bu, BİR olan’dır. O, hepsinin ilki olduğuna göre, kendi kendine yeter. Çünkü sonra gelen, önce gelene muhtaçtır ama önce gelen sonra gelene muhtaç değildir. Eğer birbirinden meydana gelen varlıklar varsa tümünün de doğrudan doğruya ondan gelmeleri gerekir. Eğer o bütün varlıkların birincisi ve Bir olan’sa, hepsinin en tamı ve en güçlüsü olmalıdır. Tamlık ve olgunluk içinde olansa kendiliğinde kalmaya katlanamaz, başka varlıklar meydana getirir. Bu sadece düşünen varlıklar için değil, bitkisel, cansız için de böyledir. Örneğin ateş ısıtır, kar soğutur. Özetle hiçbir şey, etkin olmamazlık edemez. Öyleyse en tam ve en olgun, nasıl kendiliğinde kalabilirdi ? “ Plotinos’un Ennead’lar  V.kitap, IV.,I

Bir olan deyimiyle dile getirdiği Tanrı’yı da şöyle tanımlar: ---Bir olan, bütün şeylerin hiç biri olmadığı içindir ki bütün şeylerdir. Bütün şeylerin hiç biri onda olmadığı içindir ki ondan gelirler. Bir olan TAM’dır, çünkü hiçbir şeyi aramaz, bir şeye muhtaç değildir. TAM olduğu içindir ki TAŞAR, taşmasıyla da kendinden ayrı bir şey meydana getirir. Böylece her şey bir olandır, ama hiçbir şey bir olan değildir.  Her şey bir olandır, çünkü varlığını ondan alır. Oysa kendiliğinde kalır. Nasıl ki çizginin bir önceki noktası  bir sonraki noktada  yok olmaz. ---Ennead’lar V. Kitap --- Plotinos, bu deyişle, Tanrı’nın varlıkları meydana getirmekle tözce eksilmediğini  anlatmak ister. Şöyle der: --O, hiçbir yerde olmadığı içindir ki her yerdedir.---Bir olan, gerçekten biriciktir. Plotinos’a göre;  Tanrı’dan ilk önce us dünyası yayılır, ondan ruh dünyası yayılır, ruh dünyasından da cisimler dünyası yayılır. Evren böylelikle üç aşamada oluşur.  Varlaşma us dünyasıyla  başlar. Ondan da ruh dünyası fışkırır. Orada cisimsiz ruhlar vardır, us bütünüyle bulunmaktadır. Us, sonsuza dek bölünmez ve dağılmaz kalır. Orada ruh da bölünmez ve dağılmazdır ama özünde bölünme ve dağılma vardır. Ruhun bölünmesi,  us dünyasından uzaklaşması ve cisimleri meydana getirmesiyle olur.

Ruhun bölünmesi,us dünyasından uzaklaşması ve cisimleri meydana getirmesiyle olur. Nitekim, bu yüzden, ruh cisimlerde bölünür,---denir. O halde nasıl olur da, hem de ve aynı zamanda, bölünmez olarak da kalır? Şu anlamda ki usdan tümüyle uzaklaşmış değildir, kendinin bir bölümü cisimlere girmez, cisimlere girmeyen bu bölümün özüysebölünmezdir. Platon’un , ruh bölünmez bir özle cisimlerde bölünen bir özden yapılmıştır, sözü şu anlama geliyor: Ruh us dünyasında kalan bir özle bu öze bağlı kalarak merkezden çıkan bir yarıçap gibi, buraya kadar uzanan bir özden yapılmıştır. Bunun içindir ki hem bölünür, hem de bölünmezdir. Ruh cisme bir bölümüyle değil, bütünüyle girer.Bunun içindir ki bölünmüş değildir. Ama cismin bütününü kaplar, bunun içindir ki bölünmüştür. O, devinimsizdir, ve bir şey yapmış değildir. Bir yüzün bir çok aynalardaki yansısı gibi sadece kendini bütünüyle yansıtmıştır. ( Eneades I, IV )  Ruh, hiç kuşkusuz Platon’da olduğu gibi, Plotinos’da da ölümsüzdür. Biz her birimiz ölmez miyiz? Yoksa bütünüyle mi yok oluyoruz?  Bunu doğayı izleyerek öğrenebiliriz. İnsan basit bir varlık değildir, bir ruhu ve bir bedeni vardır. Bu beden ruhun aletidir. Her ikisinin de doğasını incelersek bedenin karmaşık olduğunu ve sürüp gidemeyeceğini görürüz. Usumuz yani zihnimiz ve duyularımız, bunun böyle olduğunu tanıtlıyor. Onun zamanla bozulduğunu , çözüldüğünü, her türlü kayıplara uğradığını  ve aslına döndüğünü görüyoruz. Bir cisim başka bir cismi başkasına dönüştürür ve yok eder. Doğan şeylerin her birini ayrı ayrı ele alsak bile onların tek bir bütünlük içinde olmadıklarını görürüz. Biçim ve özdek olarak ikiye bölünmüşlerdir. En basit cisimler bile bu özelliği taşır. Bundan başka cisim olarak bir büyüklükleri vardır. Küçük bölümlere ayrılır ve parçalanırlar, demek ki bozulur ve yok olurlar. O halde beden, varlığımızın bir bölümü ise bütünüyle ölmez değiliz. Bedenimiz, ruhumuzun bir aleti olduğuna göre ancak belli bir zaman için verilmiştir. Ne var ki insanın temel bölümü, insanın asıl kendisi, bir özdeğin( material) biçimi ve bir aletin kullananı gibidir. İki anlamda da insan RUH’tur. Hangi sağduyulu kimse böylesine bir varlığın ölmezliğinden kuşkulanabilir?  Plotinos’a göre –üç basamaktan inerek varlaşan insan, çift yanlı merdivenin öteki üç basamağından çıkarak Tanrı’sına dönecektir. Çıkış basamaklarının birincisi algı, ikincisi us (akıl), üçüncüsü gizemsel sezgidir.—İnsan önce duyulur şeyleri algılayacak, sonra anlakalır şeyleri uslamlayacak ( akıl yürütecek), sonunda da esrime ( Yunanca Ekstasis )ile gizemsel sezgi ye yani Theoria’ya erişerek Tanrı’sına kavuşacaktır.  İnsan yaşamının ereği (amacı) budur.

Kabala felsefesini okurken ve düşünürken bütün bunları  okuyanın yorumlarına sunmak istiyorum, daha doğrusu  benzer noktaları sormak ihtiyacıyla bu çalışmayı oluşturmaktayım. En yüksek evre Tanrı ile olan birliktir. Doğu anlatımı ile “Vahdet’i Vücut” felsefesi ( tasavvuf), bu yalnızca  bir esrime-ecstasy durumu içinde olmaktır. Burada ruh, kendi düşüncesini aşmaktadır. Tanrı’nın ruhu içinde kendisini kaybeder, Tanrı ile bir olur. Bu, Tanrı’ya mistik bir geri dönüştür.

Bu dizge, Yunan felsefesi ile Doğu Dininin bir birleşimidir. Aşkın Tanrı öğretisi içinde dinsel bir yapıdır.Her şeyi algılama bakımından kamutanrıcıdır.  ( Pantheizm )  Plotinus’un öğrencisi olan Porphyry ile Yeni-platonculuk devam eder. Porphyry (İÖ.232-304), hocasının felsefesini geliştirmekten çok onu açıklamaya girişmiştir. Çilecilik ve popüler din düşüncelerini  vurgulamıştır. Ayrıca Pisagor’un yaşam öyküsünü kaleme almış ve Platon ve Aristo’nun dizgeleri üzerine yorumlamalarda bulunmuştur. Aristoteles mantığının yeni-platoncu bir yorumunu yapmıştır. Kavramların eski mantıktaki bağımlılıklarını ve aşama sıralarını gösteren bu şema PORFİR AĞACI deyimiyle onun adına bağlanmıştır. Bir ağacı andıran bu şemanın gövdesi, birbirinden türeyen cinslerden, dalları da o cinslerden türeyen türlerden meydana gelir. Kökte töz ( cevher) vardır, bu kökten cisimli ve cisimsiz olmak üzere iki dal türer. Bu dallardan cisimli olanı cisimler türetir. Gövdeye katılan cisimler canlı ( Animé) ve cansız olmak üzere iki yeni dal türetir. Gövdeye katılan canlıdan yaşayan türer, ondan da duygulu ve duygusuz olmak üzere iki dal türer. Duyguludan türeyen hayvan cinsinden uslu ve ussuz olmak üzere iki yeni dal oluşur. Bunlardan uslu insan oluşturarak, gövdeyi geliştirir ve en tepeye çıkarmış olur. Tözden insana varan bu oluşma, Yeni-platoncu yorumla Aristoteles’çi bir oluş anlayışını dile getirir.

Şimdi, Kabala felsefesi ile ilgili yorum yapacak olursak; önce anlam olarak açmak gerekirse, Kabbala, İbranice “kibbel” kökünden türetilen bir sözcük ve “gelenek”anlamına geliyor. Kabbalah, Tevrat’ın açık anlamlarının altındaki gizli anlamları dile getiren harf ve sayı gibi simgelerle varlık-birliği yani Vahdet’i Vücut düşüncesini ileri süren bir Yahudi yapıtıdır. Sanıldığı kadar eski  olmadığına göre;

Pythagoras, Platon, Aristoteles,  Plotinos, İamblikhos, Proklos gibi eski Yunan düşünürleriyle ve hatta Scotus Eriugena  gibi Ortaçağ Hristiyan düşünürlerinden belli izler taşımaktadır. Kabbala, belli bir zamanda yazılmış değildir ve oluşması yüzyıllarca sürerek ortaçağın sonuna doğru tamamlanmıştır. Sefer Jezirah ( Yaratımın Kitabı ) ve Sefer Hazzohar ( Işığın Kitabı) adlarını taşıyan iki kitaptan oluşmaktadır. Bir ve tek olan Tanrı’nın gücünü, en yetkin ve Mutlak Varlık olduğunu anlatan, oluşumu ve ruhun ölümsüzlüğünü, ruh göçünü ve “Evrenin İlahi Planı”nı anlatan insanlığın en mütekamil  teolojik felsefesi olduğu  yatsınamaz bir gerçektir.  Bütün bunları okurken anımsamadan geçemiyeceğim iki düşünürü daha buraya ilave etmek istiyorum; ruh göçü ile ilgili olarak Pithagoras derken Orphik-Pythagorasçı izler hissedebiliyorum, ayrıca Anaximandros ve de enkarne olma konusu ile ilgi olarak Uzakdoğu dinlerini anımsatıyor. Ortaçağ felsefesi ile ilgili olarak –dogmanın evriminde biçimsel etmen olması nedeniyle—Gnostikleri de düşünmeden geçemiyorum.

Her felsefi çalışmada olduğu gibi yine şimdi burada, konuyu ucu açık ve tam olarak bitirilmemiş sayarak sofistlerin dialoglarındaki  gibi sonlandırıyorum...

Aslında bir sonraki yazımda uzun uzun Pythagoras’ı ve mathematalarını masaya yatırmak arzusundayım. 

Tüm krallıkları taçlandıran en büyük Krallık ve tüm evreni aydınlatan bilgelik ışığıyla daima aydınlatsın bizleri... 

 

Füsun  Kankat

 



__________ ESET NOD32 Antivirus tarafından sağlanan bilgiler, virüs imza veritabanı sürümü: 7552 (20121005) __________

İleti ESET NOD32 Antivirus tarafından denetlendi.

http://www.nod32.com.tr