10 Mayıs 2013 Cuma

Patristik Dönem; İznik Konseyi Öncesi ve Sonrası

PATRİSTİK  DÖNEM ;  İZNİK KONSEYİ ÖNCESİ VE SONRASI

Patristik dönem, İsa Peygamber’in zamanından, 430 yılında St. Augustine’in ölümüne kadar geçen dönem olarak bilinir. Bu, 692’deki Trullo Konseyine kadar süren Hıristiyan dogmatizmin daha ileri gelişimini  de kapsamaktadır.  Patristik felsefe, Ortaçağ felsefesi için bir evre oluşturmaktadır.

Patristik dönem, erken dönem Hıristiyanlık dininin Hellenistik felsefe ile birleşimi ile sonuçlanacaktır. Bu bir felsefe olmaktan çok tanrıbilimdir. En büyük temsilcisi St. Augustine’dir. St. Augustine, belki de bu dönemin felsefeci ünvanı alan tek kişiliğidir.

Erken dönem Hıristiyan toplulukları tür açısından büyük farklılıklara sahiptir. Ancak bu kabaca gentile yani Musevi olmayan türü ve Yahudi dinine yönelik tür olarak sınıflandırılabilir. İlk dönemde, bu iki kaynaktan oluşan, anlaşılması zor bir Hıristiyanlık biçimi yaşanmıştır. Bu, HELLENİSTİK HIRİSTİYANLIK  olarak adlandırılmıştır. Yapı, St. Paul tarafından ortaya konmaktadır. Yeni din, biçim açısından dogmaların ötesine geçerek insanların ortak duyumlarını saptama girişiminde bulunmaktadır.                            Bu dönemde antik dünyada pagan ve Yahudi öğretileri etkindir. St. Paul’ün yazılarında özellikle “İbranilere Mektuplar”ında  ve St. John’a göre Gospel’de, Patristik felsefenin iki niteliği ayırt edilebilmektedir. İlk olarak, İsa Mesih kişiliğinin yüceltilmesi, Tanrı’nın biricik oğlu olduğunun  kabul edilmesi;  ikinci olarak, İsa’nın Hellenistik dünyada egemen olduğundan çok felsefi kavramlar terimleriyle yorumlanması.                                                                                                                                                   İsa Mesih kişiliğinin doğasının Hıristiyan kavranışı, felsefi tasarımla karışıncaya kadar hiçbir belirli biçim almamıştır. St. Paul’ün yazılarında ifade edildiği gibi İsa’nın içinde insan ve tanrı doğalarının birliği bulunmaktadır.  Bu daha sonraki Üçlülük ( Trinity ) öğretisi tohumudur.  Bunun ötesinde,               Paul öğretisi, Nicaea Konseyi’inde daha önce tartışılmış olan ve sonuç olarak kabul gören bir formülleştirmedir.  Üçlülük öğretisi Batı Hıristiyanlık tüm tanrıbilimi üzerinde temellenmiştir ve                    325 yılındaki Nicaea Konseyi’ne ( İznik Konseyi )  kadar tamamlayıcı bir biçim verilmemiştir.                      Helen dünyasındaki  felsefe terminolojisi kullanılarak dinsel tartışmalara katılma dönemi  yaşanmaktadır. Ante-Nicene ( İznik Öncesi ) dönemde PLATON ve Hıristiyan felsefesinde bu terminoloji yaygın olarak kullanılmaktadır. PHILON tarafından ortaya konan Yeniplatoncu gelenekte     de bu terimler kullanılır. Erken dönem Hıristiyanlık düşüncesinde Stoa ve Aristo öğeleri  bulunmaktadır, ancak Yeniplatoncu öğeler baskındır. Gerçekten de, bu dönemin Hıristiyan felsefesinde, Helen felsefesinin öğeleri bulunur.  İznik öncesi felsefenin çoğu için bu geçerlidir.                           Nicaea Konseyi  ( 325), Yeniplatonculuktan uzaklaşarak , İsa Mesih’in  Tanrı’nın Oğlu olarak betimlendiği  Hıristiyan kavramı için formüller oluşturmaktadır. Bu anlayışta İsa, ikincil bir tanrı olarak algılanmaktadır. Aşkın bir Tanrı ile duyum dünyası arasında algılanır.

Dördüncü yüzyıl  (IV.yy.) çalkantılı bir dönemdir.  İmparatorluk politik yaşantısı ve yeni Kilisenin öğretisel yaşamı iç içe bulunmaktadır. Yüzyılın sonunda görünüm değişmeye başlamıştır. Theodosius’un öldüğü 395 yılında, Roma İmparatorluğu, etkin ve güçlü bir yönetim altında bulunuyordu. Ardından iki oğlu Honorius ve Arcadius ‘un tahta çıkmasıyla birlikte  Doğu ve Batı ayrımı oluştu. Batıda ortaçağ Hıristiyan felsefesinin  gelişimi gözlenmektedir. Theodosius ölümünden  üç yıl önce 392 yılında Hıristiyan dinini yasaklamıştı.  Bu dinin Ortodoks mezhebi, dinlerini yaşatabilmek için yoğun çabalar gösterecektir. Karmaşık  beşinci yüzyılda bu din, Batı İmparatorluğunun zengin Yunan-Roma mirasını düzenlemeye başladı ve klasik geleneğe karşı bir güç haline dönüştü. Yunan-Roma felsefe geleneğinin izlerini taşıyan Hıristiyan öğelerle, Patristik felsefenin birleşimi  Skolastik dönemde ortaçağ özdeksel bileşiminde başarı kazanacaktır. Bu dönemde Orta Çağlarda batı uygarlığının karmaşıklığı yaşanmaktadır. Temel öğretilerin oluşturulması ve düzenli bir kilise olarak Hıristiyanlığın zaferinden sonra, dogmalar tarafından belirlenen konu-özdek ve yönlendirici ilkelerde felsefe öğeleri görülmektedir.  Kısaca felsefe artık dinin hizmetindedir.

Tekrar,  erken dönem Hıristiyanlık konusuna dönelim;  Helen düşüncesinin son döneminde, Roma dünyasında yeni bir din oluşumu yaşanıyordu.   Musevilik tohumundan ortaya çıkan bu din bütün çocuklarını aynı derecede şefkatle seven bir Baba-Tanrı düşüncesine dayanıyordu. Onun oğlu İsa Mesih aracılığıyla bütün insanlığın kurtulacağı haber veriliyordu. Hiç kimse diğerinden daha düşük seviyede değildi. Herkes için umut vardı. İsa, önce dünyaya, sonra  cennete yeniden gelerek krallığını kuracaktı. Ancak ister dünyada, ister cennette olsun, bu bir doğruluk ve sevgi krallığı olacaktır.  Kıyamet Günü’ünde kötüler, zenginler ve güçlüler Tanrı’nın gazabına uğrarken , kalbi iyiliklerle dolu olanlar, ister yoksul isterse düşük seviyede olsunlar, zafere ulaşacaklardı.

Hıristiyanlık, günahkar dünyadan gelecekte kutsanmış bir yaşam vaadinde bulunarak popülerliğe ulaşacak ve insanların beklentilerine yanıt vereceklerdir. Kutsanmış bir yaşam vaadinde bulunarak  popülerliğe ulaşacak ve insanların beklentilerine yanıt vereceklerdir. Kutsanmış yaşam gelişigüzel davranışlara değil, erdemli yaşayışa bağlı olarak şekillenecektir.  Adaletin Musevi anlayışına göre yorumlanması, Hıristiyanlık kurucusu tarafından tinin doğruluğu öğretisine dönüştürülmüştür.           İnsanoğlu, Tanrı’dan korkmak yerine O’na karşı sevgi ve saygı içinde olmalıdır. İnsanoğlunun kurtuluşu ancak içindeki kötü tutkulardan arınmayla gerçekleşebilir.  Kibirlilik, kızgınlık, nefret ve intikamın yerini sevgi ve merhamet almalıdır. Her insan komşusunu kendisini sevdiği kadar sevmelidir.

Bu yeni din öncelikle Roma dünya-krallığında uygulama alanı bulacaktır. Eğitimli sınıf içinde bu dine yönelen kişilerin sayısı arttıkça Hıristiyanlık daha fazla güç kazanmaya başladı. Hıristiyanlık gerçekte ilk olarak Filistin bölgesinde ortaya çıkmış olmasına karşın, gelişimini Yunan-Roma uygarlığında sağlamıştır; Musevilik, törel, politik, toplumsal, dinsel ve entelektüel  etkinliği ile büyük  Roma İmparatorluğunu etkilemiştir.  Hıristiyanlık bu etkinin bir ürünü olarak ortaya çıkacaktır. Bu yeni dünya dini kısa sürede yayılacak ve evrensel bir imparatorluğa dönüşecektir. Gelişen kozmopolitancılık ve kardeşlik ruhu, Stoacılıktan çok şey almış görünmektedir. Popüler Yunan gizemlerinde  ve Doğu dinlerinde bulunan ölümsüzlük öğretileri geniş ölçekte kabul görmektedir.  Metafizikçilerin soyut düşüncelerinin  başarısız olması, dinsel ruhun uyanışında başarı kazanmasında   önayak olacaktır.                                                                                                                                                                    Hıristiyanlık, geniş ölçekte düşünüldüğünde, Musevilik ve Hellen-Roma imparatorluğunun çağının bir çocuğudur.  Ortaya çıkan bu yeni din kendini  Yunanlı ve Romalılara yöneltecek  ve derece derece dünya kültürünü etkisi altına alacaktır. Hıristiyanlık, Kudüs’ün duvarları arkasına gömülmeyecek, tüm dünya boyunca kendine bir yer açacaktır. Hıristiyanlık, mesajlarını etkin bir şekilde dağıtabilmek için çok sayıda sorunla savaşmak zorunda kalacaktır. Felsefeciler ve halkçıların  amansız saldırılarına göğüs germek zorundadır.

Hıristiyanlık öncüleri felsefecilere karşı tartışma zemininde başarı kazanabilmek için onların kendi entelektüel silahlarını, felsefe kuramlarını kullanmak zorundadırlar.  İnanç savunucuları ya da Apologistler, onlara gerek duyulduğu zaman ortaya çıkacaktır. Ancak inancın formülleştirilmesi için yeni inancın tanımlamasının da yapılması gerekmektedir. Öğreti  ya da dogmalardan bir yapı oluşturulması gerekir.  Hıristiyan toplulukların geleneksel inançları  felsefe terimleriyle ortaya  konacaktır. Yunan düşüncesi, bir kez daha Hıristiyanlık üzerinde etkisini göstermektedir.                                   Dogmalar, resmi olarak Kilisenin büyük konseyleri tarafından tanımlanmaktadır.  Zafer kazanan inanç, Ortodoks inancı olacaktır. Bu dinin önde gelenleri  Kilise Babaları olacaktır. Onların formülleştirdiği Hıristiyanlık felsefesi,  PATRİSTİK FELSEFEDİR.

BİR İNANÇ OLARAK HIRİSTİYANLIK;  yeni inanış ile klasik felsefenin  etkileşiminden ortaya çıkmıştır.  Kilisenin, dönemin çağdaş dünya topluluklarına yönelik eğitimsel biçimler içinde örgütlendiğinin göz önünde tutulması gerekmektedir. Örneğin papazlar,  bir belediye örgütlenmesine benzer olarak işlevlerini  yerine getirmektedir.  Din adamları arasında hiyerarşik bir yapı bulunmaktadır.  Roma kentinin merkez olarak seçildiği, bir otorite yapısı kurulmuştur. Kilise kurucuları, çok sayıda kutsal yazılar üzerinde çalışmalar yaparak, Kilise kanunları oluşturacaklardır; bunlar felsefe yönünden çok, inanç yönüyle formülleştirilmiştir. İnançların kısa özetleri şeklindedir.  İnancın önemi ya da inancın kuralı (regula fidei) bu şekilde ortaya konacaktır. Her inananın uyması gereken bu öğretilere, felsefi bir biçim vermek hiç de kolay değildir.  Böyle bir girişim, üçüncü yüzyılda Roma Kilisesinde Apostles İnancı olarak bilinen bir biçim olarak gerçekleştirilmiştir. Bir Tanrı ve O’nun tek oğlu  İsa Mesih vardır.    İsa,  evrensel bir kardeşlik duyumu taşımaktadır.  Kiliseye göre kurtuluş düşüncesi, bireysel insan ruhunun sonsuz değeri ile sağlanmaktadır.  Bu inanışın merkezinde,  törebilimin  klasik anlayışı bulunmaktadır.

Bu dönemde dünyasal olmayana yönelim şaşırtıcı değildir. St. Paul’ün ifadesinde  bu dünyanın yalnızca budalalık olduğu düşüncesi bulunmaktadır. Daha sonra Platonculuktan dönüş yapmış olan Justyn the Martyr’de  de aynı bakış açısı bulunmaktadır.

St. Augustine dünyasal şehir ile Tanrı kenti arasında bir ayrım yapacaktır. Bu ayrım 410 yılında çeşitli tartışmalara yol açmıştır. Hıristiyanların başarı kazandıkları asıl tartışma, onların inanç erdemlerinde olmuştur.  Roma ve Yunanistan’da bir inanç duyumu egemen olmaya başlamıştır. Üçüncü yüzyılda önemli bir dönemeç  noktasına girilir. Devlet, tarih ve doğaya yönelik yeni bir tutum ortaya çıkmaktadır.  Bunda inanç çok önemli bir rol oynamaktadır.

Hıristiyanlık, din düşüncesine, çağının felsefe terimleriyle bir açıklama getirmektedir. Üçüncü yüzyılda din ile felsefe arasında bir ilişki oluşturan en önemli kişilik Origen’dir (185-254). Ayrıca Plotinos (204-289) döneminde Yeniplatonculuk adı altında toplanan düşünce yapısını biliyoruz ki ORİGEN’in çalışmalarında bu dönemin felsefi etkisi açık bir şekilde görülmektedir.

ORİGEN’in, Plotinus’un öğretmeni ve ve Yeniplatonculuğun  kurucusu Ammonius Saccas’ın okulunda bir süre görev almış olması, dönemin yapısını daha iyi açıklayacaktır.

Nicaea dogmasının gelişiminden sonra Hıristiyan felsefesi İskenderiye’de  özellikle ORİGEN OKULUNDA incelenmeye başlandı. Okulun temsilcilerinden önemli isimler Nyssa’lı Gregory (ö.394), Büyük  Basil (ö.379) ve Naziansen’li Gregory (ö.390) 

Nicaea Konseyi’ndeki Logos  tartışması ve Arianlar hakkında ayrıca bir yazı hazırlamak ve ayrıntılı bir şekilde irdelemek gerekiyor.  Şimdilik sonlandırıyorum.

 

Füsun Kankat

 

 



__________ ESET NOD32 Antivirus tarafından sağlanan bilgiler, virüs imza veritabanı sürümü: 8315 (20130509) __________

İleti ESET NOD32 Antivirus tarafından denetlendi.

http://www.nod32.com.tr