27 Aralık 2013 Cuma

Hıristiyanlık ve Manişeizm

HIRİSTİYANLIK  VE  MANİŞEİZM

Hıristiyanlık dini özgür irade, ilk günah, iyilik ve kötülük sorunları olsun veya öldükten sonra kutsal ruh olarak muteber bir mertebeye erme gibi kavramlarda bazı eski inanç ve mezheplerden fazlasıyla etkilenmiş, hatta bazı doğu inançlarını da etkilemiştir.  Aldığı etkilere örnek olarak Manişeizm'den başlamak istiyorum.  Yaygın olan bir görüşe göre, tüm insan ırkı, ilk adamın ya da düşmüş bir meleğin günahı ile bozulmuştur; ve insanoğlunun kurtuluşu için şu ya da bu şekilde tanrısal yardıma gereksinim duyulmaktadır. İnancın temeli  İsa'nın bizi kurtarmak amacıyla cennetten aşağı indiğidir: Eğer insanlığın günahtan kurtarılması gerekli ise onun kendisini koruyamayacağı açıktır. O, günah işlemek zorundadır ve doğası gereği bir günahkardır ya da bir şekilde günahkar olmuştur (İlk günah öğretisi) .  Her iki durumda da kendisini  koruma özgürlüğüne sahip değildir. Bu düşünüş tarzı Manişeistler tarafından destek görecektir.  Bu düşüncede Hıristiyanlık ile Zerdüşt öğretisi  birleştirilmektedir.  Onlar insanoğlunun özdeğin kölesi durumunda olduğu ve ruhun arınmasının ancak çilecilikle olabileceği düşüncesindedir. Et, şarap, evlilik, mülk, zenginlik sakınılması gereken oluşumlardır. Ancak inanç konusunda farklı görüşlerle karşılaşmak da olanaklıydı. İsa, insanlığı günah işlemekten korumaya gelmişti. Günah suçu ifade eder, suç suçlu kişinin kendi adına sorumluluğu anlamına gelmektedir; yalnızca doğru ile yanlışı seçme durumunda olan kişi, bir günahkar olabilir.    Çünkü eğer bir kişi günahkar ise, onun özgür olması gerekmektedir. Aynı sonuca bir başka yolla da ulaşılabilir: Tanrı mutlak iyi ve adaletlidir, ve bu nedenle günahtan sorumlu olamaz; insanoğlunun kendisinin  günahkar olması gerekir.  Bu da onun özgür olduğunu gösterir.  400 yılında Roma'ya gelen Pelagius, ilk günah kavramına karşıt bir öğreti ortaya koydu: Tanrı iyidir ve onun tarafından yaratılan her şey iyidir.  Bu nedenle insan doğası esas itibariyle kötü olamaz.  Adem, günah işlemekte ya da işlememekte özgürdü; onun duyumsal doğası galip geldi ve günah işlemeyi seçti. Günah nesilden nesile geçebilen bir olgu olmadığı için her insan özgür istence sahip olacaktır:  Günah özgürlüğü  ifade etmektedir. Özgürlük kaynağını, tanrısal görünümün ilk eyleminden alır; bu iyi Tanrı tarafından  bahşedilen ilk armağandır.  İnsan dışarıdan yardım almadan günaha karşı koyabilir ve iyiyi egemen kılabilir. Ademin günahı daha sonraki insanlara geçmemesine karşın, diğerleri için kötü bir örnek oluşturmuştur. Bu aşılması güç bir alışkanlığın yerleşmesine neden olmuştur.  Bu durum insanın düşüşünü açıklamaktadır.  Ancak kilise adamları sormaktadır: Eğer insanlar, günahın kölesi değillerse, eğer seçme özgürlükleri yok edilmemişse, tanrısal görünüm ve Hıristiyanlık dininin onun kurtuluşunda oynadığı rol nedir?  Buna yanıt, bilginin Kutsal Yazılarda, İsa'nın öğretisi olarak verildiği şeklinde olacaktır. 

İnsan iyiyi seçme özgürlüğüne sahiptir ancak kurtuluşu için gerekli olan şey İsa Mesih'e olan inancıdır.      Aynı anda her yerde bulunan Tanrı, insanoğlunun gelecekteki yaşantısında tam olarak neyi seçeceğini bilmektedir. Özgürlük erkini nasıl kullanacağını bilir ve önceden onlara vereceği ödül ve cezaları belirlemektedir (yazgı öğretisi).

İ.S.III.yüzyılda Manişeizm'in kurucusu olan ve "gökten indiğine" inanılan Mani, kendisinin göğün oğlu olduğunu ileri sürmüştür.  Manişeizm, aslında bir Zerdüştçülük reformudur. İsa ve Buda  düşüncelerinin  Zerdüşt düşüncesiyle kaynaştırılmasından meydana gelmiştir.  Mani'ye göre evrenin ve evrendeki bütün varlıkların yapısı, "iyilik kötülük"(ışık-karanlık) karşıtlığıyla kurulmuştur. Bu karşıtlıktaki birliği sezmekle Mani,  diyalektik bilimselliğe pek yaklaşmıştı. Hele evrenin ve evrendeki bütün varlıkların, bu karşıtlığın sürekli kavga alanı olduklarını ileri sürerken doğa yasalarının bilgisini, Herakleitos'vari bir seziyle kavramış gibiydi. Ne var ki deneye dayanmayan ve nesnel  gerçeklikle bağını koparan bütün seziler gibi o da bu sağlam temelin üstünde bir hayal yapısı kurmaya başladı.

Tanrı ve şeytan dogmaları böylesine bir hayal ürünüdür. Yoksa ışık ve karanlık savaşında ışığın yani aklın ve bilginin karanlığı yani boşinanci ve bilgisizliği her an biraz daha yenerek gittikçe gelişmesi, kötülüğün yani bilgisizlikten doğan doğa yasalarına tutsak olmanın iyilik karşısında her an biraz daha gerilemesi gibi düşünceleri gerçekten hayranlık uyandırıcıdır. İyilikten kastedilen burada "bilginin artmasıyla doğaya egemen olma" durumudur.  Bu yüzden  hemen her dinin aydınları Manişeizm'e ilgi duymuşlar ve bu düşüncelere bağlanmışlardır. Mani'nin ölümünden sonra  Manişeizm büsbütün Hıristiyanlaştırılmıştır. Ortaçağın Katolikliğe karşı olan ve İsa'nın ilk Hıristiyanlığına dönmek isteyen bütün Hıristiyan mezhepleri, örneğin Katar'lar, ve Albigeois'ler, Manişeistti.

Ünlü kilise düşünürü St. Augustine (353-430) bile bir ara bu dine girmiştir. İsa'nın ilkel ortaklaşacılığına uygun bir kamulculuk anlayışı da bu dini geniş halk yığınları arasında istenilir kılmıştır. Bir açıdan Manişeizm de bir çeşit ütopyacılıktır, ama çağının mistik ortamına uygun düşen zorunlu bir ütopyacılıktır.

 

 

 

 

 

 

Işık-Tanrı Mithra, İsa ve Son Yemek

IŞIK-TANRI  MİTHRA ,  İSA  VE  SON  YEMEK

Mithra ;  Anadolu, İran,  Hindistan ve Mezopotamya'yı  kapsayan çok geniş bir bölge politeizminin en büyük tanrılarından biridir.  Bir zaman sonra bu haritaya Roma da eklenmiş ve tanrının egemenlik bölgesi Avrupa'ya kadar uzanmıştır. Dolayısıyla Hıristiyanlığı etkileyen inançlardan söz ederken çok önemli yansımaları üzerinde durmamak mümkün değildir. Bu tanrının adına rastlanan en eski belge Anadolu'da  Boğazköy kazılarında bulunmuştur.  İ.Ö. 14.yüzyılda  Hitit'lerle  Mitanni'ler  arasında          bir barış antlaşması olan bu belgede Mittani'lerin koruyucu tanrıları olarak Miithra'nın adı  İndra ve Varuna ile birlikte geçer.  Mittani Krallığı, İ.Ö.2.binyıllarında Hurriler tarafından  Mezopotamya'da  kurulmuş bir devlettir. Hurriler, İ.Ö.3.binyıllarında Doğu Anadolu'da devlet kurmuş bir halktır.            Ne var ki kimi tarihçiler onları İran'dan Hindistan'a geçen  Arya'ların ardçıları saymaktadır.  Bu varsayım doğru ise tanrının İran kökenli olması gerekir. Ama kimi kaynaklar da adı geçen üç büyük tanrının  Hurri'lere Ari ırktan bir kral hanedanlığıyla birlikte Hindistan'dan geldiğini ileri sürmektedirler.                                                                                                                                                                 Pontos, Bergama, Bosporos gibi birçok ilkçağ Anadolu kralları da Miithra'nın esinlendirdiği  yani       tanrının ilham verdiği  anlamında "Mithridates"  ortak adını kullanırlar. Bu kralların tanrılık niteliklerine de inanılmıştır.                                                                                                                                        Örneğin Pontos Kralı Mithridates (İ.Ö.4.yüzyıl)  bu niteliğinden ötürü zehirlere karşı bağışıklığı olduğuna inanılır, bu yüzden çağdaş hekimlikte zehir bağışıklığı onun adından türetilen "Mithridatizm" adıyla anılır, onun icat ettiğine inanılan tiryak adlı ilaca da "Mitridat" denir.

Kronolojik sıralamada bu tanrının adına ikinci olarak Hintlilerin "Vedizm" dininde rastlanmaktadır.            Mitoloji  literatüründe İran ve Hint Mitra'larını birbirinden ayırmak için İran tanrısı Mithra  ve Hint tanrısı Mitra biçimlerinde  yazılmaktadır.  Kelime anlamı  Sanskritçe  "dost" demektir.                                                                  Ne var ki bu tanrı Hindistan'da pek o kadar önemli sayılmamıştır ya da eski önemi bilinmemektedir.      Eskiden çok önemli bir tanrı olduğu sanılmakla beraber bu önemini belirtecek hiç bir belge bulunamamıştır.  Vedist inançlarda Varuna'nın kardeşidir ve güneşi simgeler.  Buna karşı İran'da Mitra Dini,  ya da Mithraizm adı verilen çok önemli  gizemsel bir din meydana getirmiştir.                                                    

Roma'ya da yayılıp ROMA İMPARATORU COMMODUS'un bile girdiği bu din öylesine etkili olmuştur ki         Fransız düşünürü Ernest Renan onun için,  "- eğer Hıristiyanlığın gelişmesi her hangi bir nedenle dursaydı bütün dünya Mithra Dini'ni benimseyecekti.-" der.

Hıristiyanlık  bu dinle beş yüzyıl süren bir ölüm-kalım savaşı yapmış ve onu ezebilmek için ona bir çok ödünler vermek zorunda kalmıştır.  Örneğin  v a f t i z  ,  Mithra'nın yeryüzündeki son yemeği,  Mithra'nın vücudu olan ekmek ve kanı olan şarap'la kutsama gibi bir çok Hıristiyan inançları  Mithra Dini'nden alınmıştır.

Fransız düşünürü  Felicien Challaye da "kendi inancına pek fazla benzediği için Hıristiyan kilisesi bu dinle özellikle savaşmış ve ancak  5.yy.da onu ezme işini  gerçekleştirebilmiştir" der.

Hellen- Latin  Eskiçağ Bilgisi adlı çok değerli eserinde Hense Leonard şöyle demektedir: "- Roma Devleti içinde en çok yayılan din, dünya dini olarak başta kalmak için yüzyıllar boyunca Hıristiyanlıkla çarpışan  Mithras dinidir-" .  Bu dinin gizliliği ve gizemselliği yanında bir başka ilginç özelliği de eski   Anadolu inançlarının ünlü boğasını  Mithra'nın yanına koymasıdır.  ( Boğa kültü )

İran inançlarına göre bir kayadan çıkan ışık-tanrı Mithra , kozmik boğa'yı kurban ederek ( savaşıp öldürerek )  dünyayı yaratmıştır. Ama Mithra, bu dinde yaratıcı bir tanrı olmaktan çok, büyük güneş-tanrı ile insanlar arasında aracılık eden  ve insanların ruhlarını kurtarmaya çalışan bir peygamber durumundadır.                                                                                                                                                            Boğayı da güneş-tanrı'nın buyruğuyla öldürmüştür. Gözlerin bakmaya dayanamayacağı parlaklıkta bir ateş kılığına bürünüp karanlıkları yakacak, insanları aydınlığa ve ölümsüzlüğe kavuşturacaktır.

Bu temalarda "Z e r d ü ş t l ü k" etkileri de açıkça görülmektedir.  Mithra, ışık-tanrı olarak kötülüklerle sonuna kadar savaştıktan ve kötülükleri yok edip karanlıkları aydınlattıktan sonra güneş-tanrı ile birleşip göğe çıkmaktadır.  O zamana kadar bir peygamber durumunda olan  Mithra,  böylelikle tanrılaşıyor.  ( İsa'nın durumunu düşünelim)                                                                                              Kötülük büyük çapta yenilmiş, evrenin tüm karanlığı aydınlanmıştır ama bu gene de tam bir aydınlanma değildir. ( Günlerin yarısı aydınlık, yarısı karanlıktır. Vaktiyle tüm gece olan evren yarı yarıya gündüzleşmiştir).  Kötülükler sinsi sinsi  devam etmektedir. Karanlığın kötülükle nitelenmesi hırsızlık, öldürme, zina vb. gibi bir çok kötülüklerin geceleyin işlenmesiyle ilgili olsa gerektir.

Mithra, artık bir tanrı olarak gökteki yerinden, insanların kötülüklerle savaşında onlara yardım etmektedir.  Her insan tanrının yardımıyla zafere ulaşabilir. Ulaşamayanlar,  bu yardımdan yararlanmayanlardır. Bundan ötürü her insanın ölümünde onu bir yargılama beklemektedir.                Bu yargılanmadan başarıyla çıkanlar kurtuluşa ve ölümsüzlüğe kavuşmakta, bahtlılar ülkesinde sonsuzca yaşamak için göğe yükselmektedirler.                                                                                                 Mithraizm, yedi derecelidir. Dine girmek için bir erginleme 'den geçilir. Bu erginleme töreninde istekli, ölmeden evvel ölür ve dirilir. Bu, onun dünya üstünde de mutluluğa kavuştuğunu  dile getirir.      Öldükten sonra gene yargılanacak ve başarıya ulaştığı halde gene dirilip büsbütün ölümsüzleşecektir,   ama dine girmekle dine girmeyenlerden farklı olarak, bir üstünlük ve mutluluk elde etmektedir. Tapım mağaralarda ya da yer altındaki gizli odalarda yapılmaktadır. Bu gizli tapıma kadınlar katılamazlar. Yedi derecenin her birindeki sınavı başarıyla vererek yavaş yavaş son dereceye yükselinir.  Bu tapımda b o ğ a  kurban edilir, böylelikle tanrı Mithra'nın  kozmik boğayı  öldürüp dünyayı yaratışı canlandırılır. 

Suyla ve balla vaftiz yapılır, kızgın demirle damgalanılır, ekmek ve şaraplı tapım yemeği  yenir,                   İsa'nın Cena'sının  aynı olan  "Mithra'nın yeryüzündeki son yemeği " anılır. Bu gizli tapımın ritüellerinde daha pek çok şeyler bulunduğu  kesindir, ne var ki bunlar bilinmiyor.  Kimi törenlerde maskeler taktıkları,  oruç tuttukları, uzun taş sıralarda oturarak  tapım yemeği yedikleri bilinmektedir.   Gizli yedi derecenin sırasıyla adları da şöyleymiş: Karga, Kartal başlı Aslan,  Asker,  Aslan,  Pars,     Güneşin  habercisi,  Ulu....Başkanlarının ya da baş din adamlarının adı da Ulular Ulusu imiş...

Tanrı Mithra  en büyük önemi İran'da kazandığı halde İran bulguları kronolojik sırada sonuncudur, İran kaynaklarında adına ancak İ.Ö. 4.yy.da  rastlanmıştır.

Roma döneminde tabii ki Hıristiyanlık dininin kabulü ve yayılması öyle birdenbire ve kolayca olmamıştır. Geçmişten gelen bazı inanç ve kültürlerin izleri kalarak ve o inançlara karşı yeni dini savunan  Apologistler yani inanç savunucuları  ve ilahiyatçılar akıl yoluyla inancı usa uygun anlaşılabilir bir hale getirerek, İsa'dan sonra 6. hatta 7.yy.lara kadar  yayma gayretinde bulunmuşlardır. Nicea Konseyi, İstanbul Konseyi , en son 692'deki büyük Trullo Konseyi'inden sonradır ki aydın ve aristokrat sınıfın ve Kilise Babalarının benimsediği  ve tarih boyunca olduğu gibi devletin iktidar erkini de Tanrı'nın elçisi sıfatıyla kendilerine bağlayan  bir büyük din haline gelmiştir.