25 Ocak 2013 Cuma

Galatasaray Lisesi ve II. Bayezid

                            GALATA’DA  GÜL  BAHÇESİ

Evliya Çelebi’nin anlattığına göre,  padişah II.Bayezid  1481 yılında bir kış günü Galata sırtlarında avlanırken son derece bakımlı güzel bir gül bahçesi ve içinde köhne küçük bir kulübe gördü.            Kulübede mola veren sultan, buranın sahibi Gül Baba ile tanıştı ve onu bahçeye gösterdiği ilgiden dolayı ödüllendirmek istedi. Gül Baba da padişaha “sarı ve kırmızı” iki gül vererek, bu bahçeye bir okul ve hastane yapılmasını istedi. Galatasarayı Ocağı böylece kuruldu.

Yavuz Sultan Selim’in oğlu Kanuni Sultan Süleyman da dahil olmak üzere tüm şehzadeler, şehzadelerin çocukları ve önemli devlet görevlileri ilk ve orta eğitimlerini burada aldılar.

Galatasaray Lisesi’nin geçmişi 1481’deki II. Bayezid’e kadar uzanıyor. Yani Rönesans’a.  Fatih Sultan Mehmet, II.Bayezid ve Yavuz Sultan Selim;  Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükselme Devri’ni yaşatırlarken aynı zamanda dönemin Avrupa’daki Rönesans Devri’ne denk geldiğini ve Leonardo Da  Vinci’nin II. Bayezid’e 1502 yılında 240 m. Uzunluğunda bir Haliç köprü projesi sunduğunu ve II. Bayezid’in buna olumlu cevap vermediğini, lise yıllarında hocalarımız bize anlattılar da biz mi dinlemedik acaba?  Rönesans’ın Osmanlı kültür ve medeniyetine esinlediği birtakım unsurlar tabii ki olmuştur.  Fatih Sultan Mehmet, II.Bayezid ve Leonardo Da Vinci ve dönem olarak 1450’den 1550’ye kadar geçen dönemde kültürel alanda Avrupa Rönesansı’nın etkileri ne şekilde yansımıştır?  Karşılaştırmalı ve bütünleyici çalışmalar yaptırılmadı mı? Yoksa bizler gençlik yaşlarımızda bu konulara biraz daha özensiz mi duruyorduk? Eğitimde karşılaştırmalı anlatımın ne kadar önemli olduğunu bugün daha iyi idrak ediyorum.

1502 yılında Vinci’li Leonardo’nun sunduğu bu köprü projesi 2001 yılında Norveç’te uygulandı ve dolayısıyla Vinci’li dahi Leonardo, milenium’un mimarı olarak 2000’li yıllara da damgasını vurdu.

 

Füsun Kankat

 



__________ ESET NOD32 Antivirus tarafından sağlanan bilgiler, virüs imza veritabanı sürümü: 7932 (20130125) __________

İleti ESET NOD32 Antivirus tarafından denetlendi.

http://www.nod32.com.tr

21 Ocak 2013 Pazartesi

Yağmurda Omlet

                                   YAĞMURDA  OMLET

Kavgacı horoz, ortalarda paytak paytak gezinip duruyor. Nasıl muzip bir eylemde bulunacağı merak konusu. Avluda toprak zemindeki ahşap masanın üzerinde yine bir faaliyettir gidiyor. Annem ve nenem birlikte dolma sarıyorlar. Aslında sakin bir gün; öndeki çam ağaçlarından hafifçe esen meltemle birlikte fıstıkımsı, çamımsı hoş kokular ara ara burnuma ulaşmakta. Biraz ilerde devasa bir dişbudak ağacının dallarına kurulmuş bir salıncak var. Salıncak çok sempatik ve davetkar olmakla birlikte hemen yakınında uçurum gibi, kocaman bir oyuk, bir çukurluk var. O yıllarda henüz küçük bir kız olan halam, salıncakta sallanmaya pek meraklı. Meraklı da çok hızla savrulduğunda, sanki ip kopuverecek ve uçuruma yuvarlanacak gibi bir duyguyla hepimiz heyecanlanıyoruz. O biraz uçarı, biraz inatçı yaramaz kız çocuk. İlle de salıncak o ağaca bağlanacak ve orada sallanacak. Yeşil gözlü sarışın, güzel saçları olan çetin ceviz bir kız işte. Evimizin arkasındaki ceviz ağacının altında bizim Benekli’nin kulubesi. En ufak bir çıtırtı, tıkırtı duymasın havlamasıyla ortalık yıkılır. Çocuklarla arası çok iyidir. Benekli olmasa ne yapardık bilmiyorum. Koruyucumuz, oyun arkadaşımız, neşe kaynağımız.

Evin konumu hakkında konuşmak şu anda gerçekten hüzün verebilir; zira henüz o yıllarda evlerin iki katı aşmadığı ve etraflarında ceviz, ıhlamur, incir ağacı ve dutların yer aldığı, gitmek için bir çamlık alanın içinden geçmek zorunda olduğumuz öyle doğal bir semtti. Henüz Allah Allah Allah! Nidalarıyla bilimum dahi mühendislerin istilasına uğramadığı, alt geçit üst geçit, plaza, filanca konutları, falanca konaklarının inşa edilmediği mutlu mu mutlu, normal mi normal  “İçerenköy”deki eski bir ahşap köşkteyiz. Üst katta benim çok etkilendiğim ve hiç unutmadığım bir şey var. Kocaman ürkütücü siyah bir kuş, galiba kartaldı. Canlı değil, şişirilmiş sahici bir kartal. Yüksek demir bir ayaklık üzerine konmuş gibi duruyor, yukarı holde merdivenin başında. Ben galiba üç yaşındayım. Ürküyorum ama pek belli etmiyorum. İnsan hatırlamaya ve anıları biriktirmeye üç yaşından itibaren başlarmış. Bunlar benim ilk anılarım. Hafızamın tavan arasındaki en kuytu köşesinde saklı duran o köşkte yaşanan bir olay var ki onu hiç unutamam. Şimşekler çakıyor, gök gürlüyor, bir gürültü kıyamet... Kötü bir hava, ağaçların uğultusu, savrulmaları ev halkını pek etkilemiyor. Sofrada benim en sevdiğim yemek var. Annem her zaman ki gibi büyük bir şevk ve neşeyle patatesli omlet yaptı ve sofranın ortasına koydu. İştahla ve neşe içinde omlet yiyoruz. O sırada ne oldu, nasıl oldu anlayamadan şiddetli yağmur sesiyle birlikte bir gümbürtü koptu ve taşlığın ortasına, merdiven boşluğuna denk gelen yere yıldırım düştü.                Ortalık bir acayip renklere büründü. Güle söyleye yemek yiyen annem ve nenem “Aaaa! Yıldırım düştü!...” dediler. Öyle çok büyük bir vaveyla koptuğunu da hatırlamıyorum. Annem, zaten meseleleri mesele yapmama konusunda çok başarılıydı. Pek bir şey olmamış gibi devam ettik günlük hayatımıza.

O günden bu güne ne zaman gök gürültüsü olsa “Omlet yiyorduk, yıldırım düştü!” diye anlatırım. Annem de güler, “Hiç unutmaz bu kız, hafızası çok güçlü” filan diyerek gülerler.

Omlet çocukluğumda en sevdiğim yemekti. Yıldırım herhalde ilginç bir olay. Bu ikisinin birlikteliği, beynime kodlanmış olsa gerek ilisini hep birlikte hatırlıyorum. “ Omlet ve gök gürültüsü”.                                Annemin o kadar olumlu ve neşeli olmasına rağmen hala en üst katta veya müstakil evde şiddetli gök gürlediği zamanlarda yıldırımdan ürkerim.  Apartmanda üstümde başka katlar olduğu için pek korkmuyorum. Üzerimde sadece dam varsa, biraz endişeleniyorum.                                                                        Erenköy’ün ahşap köşkleri, omletim ve yıldırım düşmesi. Çocukluk işte. Neler iz bırakıyor, neler belleğin gizli çekmecelerinde saklı kalıyor değil mi ?

Füsun  Kankat

 

 

 

 

 

 

 



__________ ESET NOD32 Antivirus tarafından sağlanan bilgiler, virüs imza veritabanı sürümü: 7916 (20130121) __________

İleti ESET NOD32 Antivirus tarafından denetlendi.

http://www.nod32.com.tr

20 Ocak 2013 Pazar

Salyangozlar

                                   SALYANGOZLAR

Amblemi salyangoz olan “hayata yavaş” projesinden bahsetmiştim daha önceki yazımda. Salyangozlar, sadece yavaş hareket eden ve ağaçlarda, bitkilerde görüp de hemen uzaklaştırmak zorunda olduğumuz canlılar olmaktan öte önemli doğa olaylarının habercisidirler.

Büyük akarsulara yakın yaşayan insanların ellerini açıp sadece Allah’a yakarmaları gerekmiyor.             Yağmur ve sel felaketinden korkan kırsal bölge insanı, büyük suların veya derelerin dibindeki ağaçlara dikkat etsin. Su kenarlarındaki ağaçların gövdelerini incelediğinizde, salyangozların  yumurtalarını ağaçların gövdelerinde yükseklere bıraktığını görürsünüz.  Öyle bir yüksekliğe bırakırlar ki tahminlerinde asla yanılmazlar.

Şiddetli yağmurdan sonra suyun ne kadar yükseleceğini bilirler. Doğanın işaretlerinden anlayan köylüler, böylece kabaran sularda boğulmaktan kurtulurlar.         

 

Füsun Kankat

 



__________ ESET NOD32 Antivirus tarafından sağlanan bilgiler, virüs imza veritabanı sürümü: 7910 (20130119) __________

İleti ESET NOD32 Antivirus tarafından denetlendi.

http://www.nod32.com.tr

14 Ocak 2013 Pazartesi

Michael Haneke'nin ödüllü filmi "Aşk"

AŞK  VE  MICHAEL  HANEKE

Almodovar’ın “İçimdeki Deniz” ve “Konuş Onunla” filmlerini anımsatan hayatın son durağında olup bitenleri enine boyuna düşündüren sinema yapıtlarından biri “Aşk”.  Oyuncular (güvercin de dahil olmak üzere), derinden etkileyen ince bir oyunculuk sunuyorlar. Michael Haneke’nin yoğun ilgi gören bu filmini görmesi gerekenlerin başında psikiyatristler ve psikologlar geliyor tabiî ki.                                       Özellikle filmin sonunda George’un (Jean Louis Trintignant) yaptığı  ötenazi olgusu ve daha sonra çiçekler alıp onları tek tek keserek lavabodaki suya atması ve diğer davranışlarındaki “normal bir hayat yaşıyormuş gibi” yapma gayretleri, en travmatik durumlarda insanın dayanma çabasını gösteren tipik davranış bozukluklarıdır. Bunun arkasında yatan duygu, “hayat! Sen benim üzerime geliyorsun ama ben dayanacağım, beni yenemiyeceksin!” türünden bir direniş savaşı.                                Ruhsal ve bedensel güç gerektiren, zor kotarılan bir durumun içinde hiç kimseden yardım almayan George’un  felçli karısıyla kurduğu iletişim ve arada bir kısa ziyaretleriyle gözüken kızı ile olan ilişkisi o kadar gerçek ki... Hiçbir zaman vakti olmayan daima önünde acil bir hedef bulunan genç insanlar,  bir zamanlar “kendilerinin” de ebeveyinlerinin en değerleri hedefi ve hatta umudu olduklarını hatırlamazlar bile. Kızı ev almaya uğraşır, oğlunun başarısını beklemektedir, orkestra üyelerinden birine aşık olan kocasının kendine dönüşünü beklemektedir, turneye hazırlanır, konserleri vardır, İskandinavya’dadır vs.  

Filme sinemaseverlerin ve bilhassa Haneke severlerin dışında psikologların ilgi gösterdiği gibi müzikseverlerin de ilgi gösterdiğini görebiliyorum, ancak beklenilenin aksine Schubert yorumları çok kısa ve tadımlık gibi geldi bana. Franz Schubert’in D 960 no.lu op. posth. sonatı kullanılmış, evet çok hoştu, fakat piyano sahneleri çok az vurgulanmış . Filmde esas olan Anne’ın (Emmanuelle Riva) çektiği acı ve ruhsal  çöküntünün kısaca son durakta aşkının ve evliliğinin de artık son notalarıdır.                            Filmde bana en dokunan sahnelerden biri ; yemekte kocasından eski albümleri istediği sahne oldu.  Eski güzel günleri, gençlik resimleri ve kocasının genç haliyle görüldüğü resimlere bakarkenki  hali ve kocasının da yemek yerken onu izleyişi.  

Film bütün görkemiyle ve emeğiyle bitti ve ben şu anda Schubert’in D 960 sonatını dinlemekteyim.  Tıpkı filmdeki  piyanist ve müzik öğretmeni Anne gibi bir zamanlar Schubert’in de hayatı bitti. Hem de erken bir vakitte.  Geride bıraktığı parlak sonatlara ve onlarca liedlere rağmen Schubert şu anda yok.    Hayat tüm güzelliklerine ve yaşanmışlıklarına rağmen film gibi Schubert gibi, Anne gibi bitiyor.                   Hayat kadar gerçek bir film izledik doğrusu. Yorucu olabilir, ama izlenmesi gereken bir başyapıt.

 

Füsun Kankat

 



__________ ESET NOD32 Antivirus tarafından sağlanan bilgiler, virüs imza veritabanı sürümü: 7893 (20130114) __________

İleti ESET NOD32 Antivirus tarafından denetlendi.

http://www.nod32.com.tr

12 Ocak 2013 Cumartesi

HAYATA YAVAŞ

“HAYATA  YAVAŞ” PROJESİ

Hayata yavaş sloganıyla yaşam tarzımıza yeni bir boyut, yeni bir soluk getirmek ve bu anlayışı çocuklarımıza aktarmak ve özümlemelerini sağlamak zorundayız. Günümüz insanında sürekli tüketerek ve devinim halinde olmaya dayanan “mutluluk” kavramı fena halde “mutsuzluk” ve tatminsizlik haline dönüşmektedir. Kimileri  bunun farkında bile değilken, kimileri de farkında olup değişemiyor.  Mutlu olmak için sürekli alışveriş yapan, yeni açılan mekanlarda yiyip içen bu insanlar büyük bir hızla bıkıp başka mekanlara kaydıklarından da restoran, kafe, bistro, braserrie her ne dersek, buralar da süratle el değiştiriyorlar.                                                                                                                    Düşünce hayatı derin ve aidiyet duygusu kuvvetli olan bazı entelektüellerin, geçmiş yıllarda müdavimi oldukları bazı çay salonları (pastaneler) vardı. Örneğin, Taksim’deki Divan’da rahmetli  Atilla İlhan’a rastlardık sıkça. Orada çayını içer düşünür ve yazardı.  Daha yakın yıllarda yine Taksim’de Marmara’da değerli düşünür ve yazar Hilmi Yavuz’u görüyorduk. Leyla Umar’ı ve daha bir çok sanatçı ve entelektüele rastlamak mümkündü. Aynı şekilde Kadıköy’de de bağlılığımızı sürdürdüğümüz bazı eski uğrak yerlerimiz var. Demek ki buralarda huzur buluyoruz ve düşünüyoruz. Satın aldığımız kitaplarımızı inceliyoruz, bir yazı hazırlayacaksak en azından onu tasarlıyoruz, bir fincan çay ve sıcak çikolata kokuları eşliğinde.  Düşünmek içi yavaşlamak gerekir. Öğrenmek için yavaşlamak gerekir.                     Dinlenmek için yavaşlamak gerekir. Anın yudum yudum içilen bir kahve gibi tadına varılmalıdır. Sürekli hareket halinde olmalıyım, hiç düşünmemeliyim –diyor insanlar, kendilerini eğlendirdiklerini sanıyor olabilirler. Düşünmenin iyiliği ya da kötülüğü, ne düşündüğünüze bağlıdır tabii ki. Düşünmekten korkulmamalıdır. Düşünmek, üretmektir ve anlamlı yaşamaktır.  Sekiz tane kazağı varken dokuzuncuyu, dört tane kol saati varken beşinciyi almak, anlamlı yaşamak değildir.                        Maddi tatmin dejenere ediyor insanları, çok paran olduğunda ne yapacağını şaşırıyorsun, ne yediğin eskisi gibi keyif veriyor, ne giydiğin eskisi kadar hoş gözüküyor.  Hızlı tüketim, insan ilişkilerine de yansıyor. Çabuk alınan ve hızla bozulan evlilik kararları, doğal olmayan arkadaşlık ilişkileri vs...Hiç düşünmeden hareket eden bir toplum haline geldik. Arkadaşlık, dostluk, aşk, evlilik, emek ve sabır gerektirir. Çocuğumuzu niye çok severiz? Emek verdiğimiz için. Aşkın tam karşılığı emektir ve emek vermediğin şey kayıp gider ellerinin arasından. Önce kendini sevmek, kendinden sıkılmamak dinginleştirir insanı. Kendini sevmeyen insanın üst beni kaçar, alt beni kovalar. Bir kaç-kovala halinde kaotik bir yaşamın içindedir artık. Karambol bir yaşam biçimindeki insan düşünemez ve üretemez. Hızlandıkça insani değerlerini yitiren günümüz yaşantısına karşı “salyangoz”un sembolize ettiği bu toplumsal hareketin adı “Hayata Yavaş” ...  TOÇEV’in yani “Tuvana Okuma İstekli Çocuk Eğitim Vakfı”nın yürüttüğü sosyal sorumluluk projesinin amacı; koşuşturmaca, stres ve tüketim çılgınlığıyla geçen uzun vadede tatminsizlik ve mutsuzluktan başka getirisi olmayan “hızlı yaşama” karşı hayatı yavaşlatabilmek. Bunun için toplumsal farkındalık yaratmak hedeftir.  TOÇEV’in rolü ise, kampanyanın gelirlerini çocukların ve ailelerin eğitimine aktarmak. Bu konuda ilk önce teşvik ve dikkat çekme açısından  salyangoz amblemleriyle “Hayata Yavaş” tişörtleri bu yıla damgasını vuracak. Ünlü modacı  Canan Yaka’nın tasarladığı bu salyangozlu tişörtler, tişört olmanın ötesinde yeni bir yaşam tarzının anlatılmasını hedefliyor. Tişörtler ve salyangozlu kupalar artık bize yavaşlamamız ve anlamlı yaşamamız konusunda hatırlatmalarda bulunacaklar.

TOÇEV’in tüm etkinlik ve çalışmalarına yansıyacak olan “Hayata Yavaş” felsefesi, özel eğitimli koçlar tarafından eğitim süreçlerine dahil edilecek. Bu koçlar, projenin ulaşabildiği tüm köylerde büyük şehirlere oranla daha “yavaş yaşayan” çocukların şehirdeki çocukları eğitmesi gibi değişim modelleri de ön görülüyor. Annelerin bu konuda bilinçlendirilmesi de projenin en önemli adımlarından biri.

Köylerdeki çocuklar durup gökyüzüne bakmayı, sedir ağacının köknara benzemediğini, ıhlamur ağacının ne zaman çiçeklendiğini, ayçiçeklerinin ağustos ayında toplandığını anlatacaklar şehirli çocuklara. Onlar da başlarını bilgisayar ekranından veya tabletlerden kaldırırlarsa dinleyebilecekler. Bu tuhaf çağdaş yaşantımızı biraz normalleştirebilmek için sosyal sorumluluk projesiyle mi olur, nasıl olur bilmem ama bir yerlerden başlamak gerektiğine inanıyorum.

Evet, 2013’ün sloganı “biraz yavaşlayalım”, duralım ve düşünelim. Düşünmek iyi bir şeydir !...

 

Füsun Kankat 

 



__________ ESET NOD32 Antivirus tarafından sağlanan bilgiler, virüs imza veritabanı sürümü: 7887 (20130112) __________

İleti ESET NOD32 Antivirus tarafından denetlendi.

http://www.nod32.com.tr