29 Haziran 2014 Pazar

DurkheimIn Ahlak Felsefesi

 

DURKHEIM'IN  AHLAK  FELSEFESİ

 

Durkheim'a göre din; metafizik ve psikolojik değil, sosyal bir kurum veya eserdir. Bunun en kuvvetli kanıtı, dinin de toplum kadar eski olması, ikisinin gelişmelerinde paralellik  bulunmasıdır.                      Dini alanda "Ahlak"sükunet içinde; her toplumun bağlı olduğu dini öğretiler çerçevesinde ve referans kabul edilen kutsal kitap ve dini mürşitlerin vaazlarına göre gelişen ve beslenen bir toplumsal terbiye sistemidir. Bu disiplinin önerdikleri genel olarak nelerdir?  Adil düzen, doğruluk, adaletli olmak, kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapmamak, insana ve diğer canlılara saygı duymak, iftira etmemek, mensubu olduğu din ve ahlak öğretisinin ilkeleriyle çelişkiye düşmemek vb. daha pek çok maddeler ekleyebileceğimiz bir "ahlak" kavramı bilmekteyiz. Sosyal bir varlık olan insanın toplumla birlikte yaşadığı koşullarda bütün bunlar geçerlidir. Dinsel ahlak, toplumu düzene sokan ve birleştirici gücü olan en etkili bir tanrısal disiplin. Eski çağlardan beri toplumu idare etme erkini de tanrısal yetkiyle taçlandıran krallar, daha sonra Aydınlanma Çağı'ndan itibaren uzun süren sekülarizm gelişmelerine rağmen hala ve hala dinin birleştirici gücünü günümüzde de kullanabiliyorlar.                                                                                                                                                                      İnsanın ve toplumun olduğu yerde din var; din olmaksızın Teist inanca sahip olmayan insanlarda "Ahlak" yok mudur?  İşte bunu anlamak için İlk Çağ'daki Demokritos'a, Leukippos'a ya da Mazdakçılara filan uzanmaya gerek yok aslında... Tüm ilkel diyalektik materyalizmden Karl Marx'a kadar sıkı bir çalışma yapmaya da gerek yok.  Sadece sosyalist bir grubun aralarında yaşamak "Ahlak"ın bir başka işleyişini görmek ve algılamak mümkün.

İtaat değil, bir felsefe olarak "ezilenden yana olmak", "eşit paylaşım", "buyurganlık değil kimsenin kimseye yük olmadan kendi işini görmesi", konuşurken özel değil genel kamusal sorunların konu edilmesi,  çevrecilik (doğaya ve diğer canlılara saygı) gibi insanı esas alan bir adalet (doğruluk) anlayışı hakimdir. Yani Tanrı'ya inanmadan da bir Ateist ahlakından söz etmek mümkün.

Hangisi daha derindir? Daha anlamlıdır veya toplumun hayrınadır? diye düşünecek olursak, bireysel sorumluluk ve vicdan mekanizmasında bir problem varsa bunların hepsi sonunda iflas eder.   Hangi "....izm"in  mensubu olursa olsun insan ruhuna çöreklenmiş olan hainlik ve merhametsizlik, toplum düzenindeki zayıf halkaları oluşturacaktır.

Durkheim'ın ahlak felsefesi de,  kendi toplum anlayışına bağlı ve onun ürünüdür. Zaten o da, Fransa'nın mustarip olduğu sosyal bunalıma bir çare bulmak istemiş, örneğin 1880'de bilimle vicdan, görgücülükle bağıntıcılık (relativisme ) arasındaki anlaşmazlıkları görmüş ve bunun sonunda yararcı bir ahlakın ve her türlü bireysel  fantazilerin hakim olacağını sezmiş olacaktır ki, kişiliksiz ve mutlak bir adaletin, hem akla, hem de ahlaka dayanan gerekçelerini  fark etmiştir. 

Durkheim'a göre, ahlakın nesnel ve öznel olmak üzere iki görünüşü vardır. Birincisi, iyilik sayılan edimlerden ibarettir ki, nasıl hareket edersek ahlaklı olabiliriz? sorusuna karşılık gelir. İkincisi ise,    'yükümlülük' duygusudur ki, vicdanımızın bizi iyilik yapmaya  mecbur eden ve iyilik yapmamızı gerektiren öznel öznel baskısını ifade eder. Ahlakın genel görünüşünde, iyilik sayılan edimlerin töreleri şeklinde belirdiği, öznel görüşte ise bizi iyilik yapmaya mecbur eden ve bu törelere göre hareket etmeye zorlayan bir kuvveti hissederiz ki , 'yükümlülük' budur. Yükümlülük Kant'ın kategorik kanunu gibi, bir koşula bağlanmadan bize emreder. Aynı zamanda bu emirler, bize iyi ve isteğimize uygun görünürler. Zira, kaynağı toplum olan " her kural ve görüş bireylere sanki kendi yaratmadıkları bir şeylermiş gibi, bir baskı yaparlar. Fakat bunlar, aynı zamanda bireylere içkindir. Zira bunlar, bireyler olmaksızın yaşayamazlar, bireylerle yaşarlar. Biz, ancak bunlarla içgüdülerden kurtulur, insel ve uygar bir toplum oluruz. " İnsanda gerçeklik yargılarının yanı başında , isteneni olması gereni, yani ülküyü de içine alan birtakım değer yargıları vardır ki , bunlar daha çok ahlaksal ve tinsel hayatta görünürler. Fakat, bu yargılar da özel türden gerçekliklerdir;  tek başına alınan her birey üzerinde söz götürmez bir otoriteyle ağır basarlar.  Bu yargılar müşterek düşünme ve hissetme tarzlarını  ve kollektif tasarımları ifade ederler ki, bilginler bunları nesnel bir surette, adetlerde, kurumlarda ve düsturlarda inceleyebilirler. Bu değer yargıları her zaman belli bir toplumun ahlakını teşkil ederler. Bu değer yargıları her zaman belli bir toplumun ahlakını teşkil ederler. Bu nedenle ahlaksal edimlerin değerleri, kendi yapı ve tabiatlarından değil, toplumun tasarımlarından gelir. Ahlak adına her birimizin ve benzerlerimizin görüşleri hakkında hüküm veren, toplumdur.

Durkheim, Fransa'da  Auguste Comte'tan sonra gelen sosyoloji okulunun en büyük kurucusudur.      Hegel ve Simmel'in etkileri vardır. Evet, Dukheim'a göre Din, sosyal bir kurumdur. Kaynağı da toplumdur.  Bu güç fizik enerjiyi aşan bir nitelik ve özellik kaynağıdır ki birey bununla kendi kendisini aşar. Bu kaynak, sosyal hayatın edimlerinde , ibadet, tören ve kıyafetlerinde taşar ve toplumla karışır.

Tanrı, toplumu oluşturan bireylerden hem aşkın, hem de onda içkin olan kolektif bir varlıktır. O suretledir ki toplum, Tanrı'ya taparken farkında olmadan kendisine tapmış olur. Kutsalla dış kutsal zıtlığı, sosyalle bireysel zıtlığından başka bir şey değildir. Bunun böyle olduğunu, dinin toplumla birlikte bir evrim geçirmesinden de anlıyoruz.  Türlü totemler, ayrılmış olan türlü klanlara tekabül ederler.  Tanrı fikri,  ancak dünya imparatorluğunu kurmak istemiş olan Mısırlılar gibi bir ulusla doğmuştur.

Durkheim için Din, bütün diğer sosyal kurumları da yaratmış olan bir ana kurumdur. Denilebilir ki adeta insanın ilk düşüncesi mistik, daha açık bir deyimle, dinli olmuş ve bütün edim ve eylemlerini, bu düşüncenin  evrimine göre düzenlemiştir.

Durkheim'a göre, bir kuralın sürekliliği, Hume ve Spencer'ın zannettiği gibi  bireysel bir alışkanlığın ürünü değildir. Belki kendi gerçekliğinin bir kanıtıdır.  Bunun içindir ki  her Din, daha ilkel bir dinin değişik şekillerinden başka bir şey değildir.

 

 Füsun Kankat