7 Ocak 2015 Çarşamba

Arkeolog Robertson Smith'in "The Religion of the Semites" adlı eserinde kurban töreninin anlamı ve kaynağı

SAMİ'LERİN  DİNİ  ÜZERİNE

Çok değerli Tevrat yorumcusu ve Arkeolog Robertson Smith, "Samilerin Dini" adlı eserinde, totem yemeği denilen ilginç bir ritüelin daha başlangıçtan itibaren totem sisteminin tamamlayıcı bir parçasını oluşturduğu  düşüncesini  ileri sürmüştü.  Elinde varsayımını destekleyecek MS. 5. yüzyıldan kalma böyle bir eylemi anlatan tek bir belge bulunuyordu.  Kurban olarak , yenilen içilen şeyler sunuluyordu; insanoğlu, kendi beslendiği şeyleri kurban ediyordu tanrısına  et, hububat,meyveler, şarap, yağ. Sadece kurbanın eti konusunda bazı kısıtlamalar ve istisnalar bulunuyordu. Kurban olarak sunulan hayvanlar, aynı zamanda hem tanrı, hem de buna tapınanlar tarafından yeniyordu. Yalnız bitkisel kurbanlar sadece tanrıya özgüydü. En eski kurbanların hayvan kurbanlar olduğu ve bir zamanlar yalnız bu kurban şeklinin bulunduğu kesindir.  Bitki çeşidinden kurbanların kaynağı, ilk çıkan turfanda meyvelerin sunulması olup,  toprağın ve ülkenin efendisine ödenen bir vergiyi temsil ediyordu. Fakat hayvan kurbanlar tarımdan daha eskidir.  Ateşin kullanılması, insanların yiyeceklerinin belli bir tarzda hazırlanmasını mümkün kıldı. Bu da bu yiyeceklere tanrısal varlığın özüne daha yakışır bir şekil, tat ve görünüş veriyordu. Başlangıçta, içki olarak, kurban edilen hayvanların kanı sunulurken, sonraları bunun yerini şarap aldı. Şarap eski insanlarca üzümün kanı sayılıyordu.

Demek oluyor ki, tarımdan ve ateşin kullanılmasından önce en eski kurban şekli, etini ve kanını tanrıyla  tapanlarının ortaklaşa yedikleri hayvan kurbanıydı. Kurban törenine katılanlardan her birinin   önceden belirlenmiş ve düzenlenmiş bir şekilde, yemekten kendi payına düşen parçayı alması gerekiyordu. Kurban, resmi bir seremoni, bütün klanca kutlanan bir bayramdı.  Genellikle din, herkese ait bir görev ve toplumsal bir yükümlülüktü. Kurbanlarla bayramlar, bütün kavimlerde bir arada bulunmaktaydı ve kurbansız bayram yoktu. Kurban bayramı, herkesin sevinçle bencil çıkarlarının üstüne yükselmesi, topluluk üyelerinden her birini tanrısal varlığa bağlayan  bağların açıkça ortaya çıkıp görülmesi için bir vesileydi.  Kurban yemeği, doğrudan doğruya  tanrı ile tapınanların sofradaşlığını  ifade etmekte ve bu sofradaşlık bu iki taraf arasında var sayılan diğer bütün ilişkileri de kapsamaktaydı.  Fakat birlikte yiyip içme eylemine atfedilen bu bağlayıcı güç, nereden geliyor? En ilkel toplumlarda, şartsız ve istisnasız bağlayan tek bir bağ vardır:  klan  birliği ( Kinship )                                                         Bu birliğin üyeleri birbirleriyle dayanışma halindedirler.  Bir Kin, tek tek kişilerden oluşan öyle bir gruptur ki, bunun hayatı fiziksel bir birlik oluşturur ve tek tek kişilerden her biri ortak bir hayatın bir parçası olarak düşünülebilir. Bir Kin üyesi öldürüldüğü zaman :  "filancanın kanı aktı" denmez, fakat "kanımız aktı" denir. Kabile akrabalığını dile getiren İbrani sözü şöyle der: "sen benim kemiklerimin kemiği, etlerimin etisin." Şu halde Kinship'in anlamı şudur:  ortak bir cevherin parçası olmak.              Bunun için Kinship yalnızca insanı doğuran ve onu emziren ananın cevherinden (tözünden ) bir parça olmak olgusuna dayanmaz; fakat, daha sonra yenen ve insanın bedenini korumaya ve yenilemeye yarayan besinler de Kinship'i sağlamaya ve güçlendirmeye yarayan şeylerdir. İnsan, bir yemeği tanrısıyla paylaştığında, onunla aynı tözden  olduğu inancını dile getirmiş olur; ve hiç bir zaman da, bir yabancı olarak gördüğü kimseyle bir yemeği paylaşmaz.

Şu halde başlangıçta kurban yemeği, yalnızca  aynı klan üyelerinin birlikte yemek yiyebileceklerini söyleyen yasa gereğince, klan ya da kabile üyelerini hep bir araya toplayan törensel bir yemekti.

Bizim modern toplumlarımızda da yemek, aile üyelerini bir araya toplar; ama bunun kurban yemeği ile bir ilgisi yoktur.  Kinship, aile hayatından daha eski bir kurumdur. Bizim bildiğimiz en eski aileler, daima farklı akrabalık gruplarından gelme kişilerden oluşur.  Erkekler  başka klanlara mensup kadınlarla evlenirler; çocuklar, ananın klanına katılırlar; erkeklerle ailenin diğer üyeleri arasında hiçbir kabile bağı bulunmaz.  Böyle bir ailede birlikte yenen yemek diye bir şey yoktur. İlkel insanlar, bugün bile ayrı ayrı yemek yerler;  totemizmin, yiyeceklerle ilgili dinsel yasakları, onları çoğu kere çocuklarıyla birlikte yemek yeme imkanından yoksun bırakır.

Şimdi tekrar kurban hayvanına dönelim.  Hayvan kurban edilmeyen bir kabile toplantısı olamaz; ve de anlamlı bir olaydır bu, böyle törensel  vesileler dışında bir hayvan öldürülemez. İlkel  insanlar meyvelerle, av hayvanlarıyla, evcil hayvanların sütüyle besleniyorlardı; ama, bazı dinsel  endişeler, hiç birinin kendi özel tüketimi için, evcil bir hayvanı öldürmesine izin vermiyordu.  Hiç şüphe yok ki, diyor   Robertson Smith, başlangıçta her kurban, klanın kollektif kurbanı idi, ve kurbanın öldürülmesi "tek kişi için yasak bir eylemdi" ve ancak bütün kabile bunun sorumluluğunu üstlenmesi şartıyla mübah olabiliyordu. İlkel insanlarda, bu karakteristik özelliğin uygun düştüğü tek bir eylem kategorisi vardır:  kabilenin ortak kanının kutsallığına zarar verecek eylemler.

Hiçbir kişinin yok edemeyeceği, ancak bütün klan üyelerinin rızası ve katılmasıyla kurban edilebilecek bir hayat, bizzat klan üyelerinin hayatıyla aynı değerde demektir. Kurban yemeğinde bulunanlardan her birine, kurban hayvanının etinden tatmasını  emreden kural, bir suç işleyen kabile üyesinin , bütün kabile üyeleri tarafından  öldürülmesi gerektiğini  söyleyen kuralla aynı anlamdadır.  Başka bir deyişle, kurban edilen hayvan, tıpkı bir kabile üyesi gibi muamele görüyordu; kurban sunan topluluk, onun tanrısı ve kurban hayvanı aynı kandandırlar, tek ve aynı bir klanın üyesiydiler.

Hayvanların evcilleştirilmesi ve yetiştiriciliğin başlaması görünüşe göre her yerde, ilkel zamanların katıksız ve sıkı totemizminin  sonu olmuştur. Fakat bu pastoral dinlerde rastlanan, evcil hayvanlara kutsal  bir karakter atfedildiğini gösteren izler, bu hayvanlarda eski totemleri  teşhis edebilmemize yetmektedir.  Oldukça ileri klasik çağda bile bazı yerlerde, adet , kurban sunucunun, kurbanı sunar sunmaz  sanki bir cezadan kurtulmak istiyormuş gibi hemen kaçıp gitmesini gerektiriyordu.

Eski Yunanistan'da, bir zamanlar bir öküzü öldürmenin gerçek bir cinayet olduğu fikri pek yaygındı.

Atinalıların Bouphonia  bayramında, kurban töreninden sonra , bütün törene katılanların sorguya çekildiği gerçek bir mahkeme kurulurdu. Sonunda suçun  bıçakta olduğuna karar verilir ve bıçak denize atılırdı.

 

Adem'in Cennetten Kovulması ve Ortadoğu Mitleri

ADEM'İN  CENNETTEN  KOVULMASI  VE  ORTADOĞU  MİTLERİ

Ortadoğu mitleri diye söze başladığımızda, en önemli başlangıç kaynağımız elbette Sumer yazılı belgeleri olacaktır. Bu belgelere dayanarak Sumer inanış ve mitlerinin tek tanrılı dinleri temelden etkilediklerini anlıyoruz. Yaradılış gibi, Adem ve Havva'nın cennetten kovulması ve Nuh Tufanı gibi esas konularda Sumer kültürünün büyük ölçüde temel oluşturduğunu ve dinler üzerinde düşünürken daima daha kadim inançların bir sonraki inanç sistemleri içinde yer aldığını görüyoruz.

Sumer'de, Dilmun adında,saf temiz, parlak Tanrıların yaşadığı bir ülke var. Hastalık ve ölüm bilinmeyen yaşam ülkesi. Fakat orada su yok.  Su Tanrısı, Güneş Tanrısına yerden su çıkararak orasını tatlı su ile doldurmasını söylüyor. Güneş Tanrısı söyleneni yapıyor.  Böylece Dilmun meyve bahçeleri, tarlaları ve çayırları ile Tanrıların bahçesi haline geliyor. Bu cennet bahçesinde Yer Tanrıçası 8 bitki yetiştiriyor. Bu ağaçlar meyvelenince Bilgelik Tanrısı Enki her birinden tadıyor. Buna Yer Tanrıçası çok kızıyor, Tanrıyı ölümle lanetleyerek ortadan yok oluyor. Bilgelik Tanrısı çok hastalanıyor.                 Diğer Tanrılar büyük güçlüklerle Yer Tanrıçasını bularak Bilgelik Tanrısını iyi etmesi için yalvarıyorlar.   Tanrıça, Tanrının 8 bitkiye karşı hasta olan 8 organı için birer Tanrı yaratıyor. İlginç olan, yaratılan Tanrılardan beşi Tanrıça; bu doktorlukta ilk uzmanlaşmayı  da göstermesi bakımından önemlidir.   Hasta olan organlardan biri kaburga. Onu iyi eden Tanrıçanın adı, "kaburganın hanımı" anlamına gelen Ninti'dir.  Bu kelimede Nin hanım, ti kaburgadır.  Ti'nin bir anlamı da hayattır. Yani "hayatın hanımı" olur.

Bu hikaye Tevrat'ta da var: -"Ve henüz yerde bir kır fidanı yoktu ve bir kır otu henüz bitmemişti; çünkü Rab Allah yerin üzerine yağmur yağdırmamıştı ve toprağı işlemek için adamı yoktu ve yerden buğu yükseldi ve bütün toprağı suladı. Ve Rab Allah yerin toprağından Adam yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi ve adam yaşayan can oldu.  Ve Rab Allah şarka doğru Aden'de bir bahçe dikti ve Adam'ı oraya koydu ve Rab Allah, görünüşü güzel ve yenilmesi iyi olan her ağacı ve bahçenin ortasına da hayat ağacını, iyiliği ve kötülüğü bilme ağacını yerden bitirdi ve bahçeyi sulamak için Aden'den bir ırmak çıktı ve oradan bölünerek dört kol oldu.( Bunlardan ikisi Dicle ve Fırat ) Ve Rab Allah baksın ve onu korusun diye Adam'ı oraya koydu ve Rab Allah Adam'a , "bahçenin her ağacından ye, fakat iyilik, kötülük bilme ağacından yemeyeceksin, yersen ölürsün" dedi.                                                                        Ve Rab Adam'ı yalnız bırakmamak için bütün hayvanları topraktan yaptı ve onlara ad koymak için Adam'ı getirdi. Fakat Adam yalnız idi. Rab, Adam'a derin bir uyku verdi, onun kaburga kemiklerinden birini aldı, ondan bir kadın yaptı ve onu Adam'a getirdi ve Adam dedi: Şimdi bu benim kemiklerimden kemik ve etimden ettir, buna  n i s a  denilecek.

Bundan sonra yılanın kadını kandırarak yasak meyveyi yedirdiği  ve bahçede olan Allah ile konuşmaları geliyor. Allah yılanı lanetliyor. Allah, Adem ve karısına giymeleri için kaftan yapıyor.  Kadını ağrılı çok çocuk yapması ve Adem'i de toprakla uğraşması  ile cezalandırarak onları Aden bahçesinden kovuyor. Buraya kadar nedense karısının adı verilmemiş. Ancak sonra dördüncü babın başında karısının adının Havva olduğu ve Habil,  Kain'i doğurduğu yazılı.                                                          Görüldüğü gibi Tevrat'ta (bap 1:27) yaratılışın altıncı ve son gününde Allah insanı erkek ve dişi yaratmış olduğu halde, Adam'ı tekrar yerin toprağından , eşini de onun kaburgasından yaratıyor.     Buna göre bap 2: 4-23'te anlatılanlar, Sumer hikayesinden alınmadır.