3 Aralık 2016 Cumartesi

ERKEN DÖNEM HRİSTİYANLIK FELSEFESİ TEMEL KAVRAMLARI ÜZERİNE

 

ERKEN  DÖNEM  HRİSTİYANLIK FELSEFESİ TEMEL KAVRAMLARI ÜZERİNE

Erken Dönem Hristiyanlık öğretisine sistemli bir birlik ve bütünlük kazandıran, Hristiyan inançlarını bilimsel bir sistem içine yerleştiren, dolayısıyla Hristiyan dogmasını kesin olarak kuran Augustinus olmuştur.

Augustinus'un bütün düşünceleri iki konu üzerinde toplanır: Tanrı ve Ruh konularında. Ona göre araştırılmaya, bilinmeye değer olan yalnız bu iki konudur. Bunların dışında Tanrı ve ruhun Tanrı ile ilişkisi dışında  kalan bütün konuların, örneğin tabiat bilgisinin başlı başına bir değeri yoktur; bunlar insanı sadece kibre vardırırlar.

Her bilgi Augustinus veya St. Augustin'e göre, kesinliği ile ruha huzur ve esenlik sağlayan doğru'yu bir aramadır aslında. Bu huzur ve esenlik de ancak insanın kendisini Tanrı'ya tam olarak verişi ile elde edilebilir.  Tanrı'da huzura kavuşuncaya kadar huzursuzdur gönlümüz. Gerçi Tanrı bilgisine Platon ile onun izinde yürüyenler de yaklaşmışlardır; ama bu konuda tam ışığa, ancak Kutsal Kitaptaki açınlamada, vahiyde ulaşabiliriz. İnsan, doğru'yu ( hakikati ) kendi ruhunda ve Kutsal Kitapta arayabilir; doğruyu ancak bu iki kaynaktan devşirebilir ve Tanrı'nın ne olduğunu da, özünü de Tanrı örneğine göre yapılmış olan kendi ruhundaki bir arındırış ile en iyi kavrayabilir- kavrayabildiği kadar. Nasıl ruh birdir ve hem de bedenin her yerindedir; bunun gibi Tanrı da birdir, her an her yerdedir.

          Tanrı'nın biricik varlığı karşısında yaratıkların "hiçliği", en açık olarak, Tanrı'nın zaman dışında öncesiz-sonrasız oluşuna karşılık yaratıkların zaman içinde önceli-sonralı oluşlarında görülebilir.           Zaman  içinde bulunan yaratıklar "hiç" tirler, çünkü zamanın kendisi "varlık" ile "yokluk"un bir karışımıdır: Zaman , pek bir boyutu olmayan "şimdi" ile, artık var olmayan  "geçmiş" ve daha var olmamış olan "gelecek" arasında bulunan, dolayısıyla da ancak hatırlama ve bekleme şeklinde var olabilen bir şeydir.( Zaman yaşantısının bu analizi , St. Augustine felsefesinin en derin başarılarından biridir. 

Tanrı evreni özgür iradesiyle yaratmıştır; insanı da özgür olarak yaratmıştır başlangıçta. Ama, ilk insan olan Adem bu özgürlüğü ile günah işlemiştir. Yalnız iştahları yüzünden değil, Şeytan gibi, kibri yüzünden de. Bununla da insan Tanrı'dan kopmuş,  düşmüştür. Bu "düşme" ile de, günah ortaya çıkmış ve Adem'in soyundan gelen bütün insanlara bu "İlk Günah" bir veraset olarak geçmiştir. Bu "soydan gelen günah" da insandan "günah işlememe yeteneğini" almıştır; insan artık günah işlemeden edemez  olmuştur,  insanın iradesi "kötü"ye yönelmiştir bu düşme yüzünden.  Bu yönelişten insanı, ancak, yine Tanrı'nın inayeti  kurtarabilir.

Bu anlayışıyla Augustinus, sapkın bir görüş saydığı Pelagianizm'e karşı şiddetle savaşmıştır. Pelagius adlı İrlandalı bir keşişin kurduğu bu Hristiyan tarikatına göre, "soydan gelen günah" yoktur. İnsan kendi özgür iradesi ve tabii yetenekleriyle iyi ve mutlu olabilir; iyi ve mutlu olabilmesi için, insanın ayrıca Tanrısal inayete ihtiyacı yoktur.  Pelagius 400 yılı sıralarında yaşamış olan bir keşiş.

Augustinus bir de kendisinden önceki Kilise babalarının en önemlisi olan Origenes'in, Şeytan ile takımı da içinde olmak üzere, bütün düşmüş ruhların sonunda Tanrı'ya dönecekleri anlayışı ile biteviye tekrarlanan dönümlü yani periodik bir düşme-kurtuluş süreci olduğu görüşüne karşı çıkmıştır.  Ona göre, ceza, cezalandırılanın yararınadır; onun düzelmesi arınması içindir; ayrıca da ceza Tanrısal adaletin  kendini bir göstermesidir, dile gelmesidir. Nitekim kurtulmuşların inayete ulaşmaları da, Tanrı'nın iyiliğinin bir görünmesidir.İnsanlardan bir takımının kurtulması, bir takımının lanetlenmesi ,    Tanrı tarafından önceden belirlenmiştir ( praedestinatio ).  Zaten Tanrı'nın , oğlu İsa kılığında isteyerek insan olması, zamanı gelince "seçilmişlere" kurtuluşu getirmek içindir. Kendisiyle birlikte yaşayacak olan "kurtulmuşları" Şeytan'ın takımından ayıracak  -kıyamete kadar sürecek olan- süreci başlatmak içindir.

Bu son düşüncelerde Augustinus'un büyük başarısı olan "tarih felsefesi"ne değinmiş oluyoruz. Augustinus, bir bakımdan, tarih felsefesinin  kurucusu da sayılır. Antik Felsefe daha çok bir kosmos felsefesidir. Bu felsefede tarihin  dönüp dolaşıp geri dönen, boyuna tekrarlanan dönümlü bir süreç olduğu yani çember teorisi anlayışı ağır basmıştır.                                                                                            Tarihin bir defalık olan, bir daha olmayacak, bir daha tekrarlanmayacak olaylardan kurulu bir süreç olduğu görüşünü, bu gerçek tarih bilincini getiren Hristiyanlık olmuştur.  Bu yöndeki düşüncelere ilkin Gnostiklerde rastlıyoruz. Ama, bu anlayışı sistematik olarak ilk geliştiren Augustinus' tur. Ona göre, insanın günah yüzünden düşmesinden başlayarak, İsa Mesih'in görünüp insana kurtuluş yolunu açmasından geçerek, bu yolun sona ermesine kadarki süreç, bir defalık tarihi bir oluştur.

          Bu tarihi olayı Augustinus, "Civitas Dei" ( Tanrı Devleti ) adındaki ünlü eserindeanlatır. Bu eser, Antik Çağ Hristiyanlığının en büyük ve son savunmasıdır ( Apologia ).  Çünkü eser, Roma'nın Gotlar tarafından alınıp yağma edilmesinin ( 410 ) yarattığı dehşet içinde yazılmıştır. Bu felakete, eski tanrılardan,  polytheismin tanrılarından yüz çevirmenin, dolayısıyla Hristiyanlığın yol açtığı ileri sürülmüştü. İşte, "Civitas Dei" bu iddialara karşı çıkmak, onları çürütmek için yazılmıştır.

          Eserin ana düşüncesi şu: "Tanrı Devleti" -idesi bakımından- gelecekteki Tanrı Ülkesinin bütün yurttaşlarından  kurulacaktır. Buna karşı olan "Yeryüzü Devleti" ( Civitas Terrana ) ise, Şeytan'a -kötüye- boyun eğmiş, uymuş olanları kapsayacaktır. Yeryüzünde gelip geçen insanlık tarihi de, bu iki devletin - " Tanrı'nın Devleti " ile " Şeytanın Devletinin " ( Civitas Diaboli ) gitgide birbirlerinden ayrılmalarını sağlayan süreci gösterir bize.  Amacı da: Tanrı'nın eğitimi altında Tanrı ülkesini hazırlayan     -gelip geçici ve eksik de olsa -  bu ülkeyi yansıtan bir yeryüzü topluluğu kurmaktır.                                                           Bu düşüncesiyle Augustinus, Hristiyan Kilisesinin anlam ve görevini teorik olarak temellendirmektedir. Nitekim bu düşünceyi benimseyen Ortaçağ Hristiyan Kilisesi,  kendisini "Tanrı Devletinin" yeryüzündeki temsilcisi ve yansısı saymış; kendisine "Tanrı Sözü" ile "Tanrısal İnayeti" bu dünyada yönetmek görevinin verilmiş olduğuna inanmıştır.

     Augustinus, ayrıca, ruhun gelişmesinin de tarihteki oluşun dönemlerine paralel olduğu düşüncesinde. Ruh, Tanrı buyruğuna içgüdüsel bir davranışla karşı gelmekten ( İlk Günah )  başlayarak, bu buyruk üzerinde tam ve açık bir bilgiye  -Kutsal Kitaptaki açınlamaya- ulaşan;   başka bir deyişle: Günah içindeki azaptan geçerek, inayete uzanıp sonunda Tanrı'da huzura kavuşan bir gelişme geçirir.

     Augustinus'un birtakım karşılıklar, andırışlar ( analogia'iar ) ileri sürmekte olduğu görülüyor:                     1. Tanrı'nın özü ile ruhun yapısı arasında;  2. Tanrı Devleti ile yeryüzündeki ideal toplum arasında;         3. İnsanlık tarihinin oluşu ile ruhun gelişmesi arasında bir karşılılık var.

     Hristiyanlığın inançlarını bilimsel bir sistem olarak derleyip toplayan, Kilisenin anlam ve görevini temellendirmek için  kavramsal araçlar ortaya koyan Augustinus'un, Hristiyan dogmasına şekil veren, bundan böyle Hristiyanlığın temeli diye kalacak başlıca düşünceleri şunlar olmuştur diyebiliriz: 1.Yaradan ile yaratık arasında özce aşılmaz olan bir başkalık vardır. 2. Tanrı ile yalnızlığı içindeki tek ruh karşı karşıyadırlar ve kurtuluş ruhun içinde olup biten reel bir olaydır.                                                      3. Evren süreci bir defalık tarihi bir oluştur.

 

Erken dönem Hristiyanlık veya başka bir deyişle Kilise felsefesi - Patristik Felsefe -  bütünüyle,            Platonismin damgasını taşır; Yeni-Platonculuğun  bir sürüp gitmesi, onun bir kolu gibidir. Platonismde hep dini bir tutum ağır basar. Bu çığırda bilmek, dönüp dolaşıp sonunda Tanrı'yı bilmektir. Burada hakikati doğruyu özlemek, Tanrı'yı özlemektir,  Tanrı'yı bulmanın mutluluğudur; Tanrı'da yok olup kendini ortadan silmedir.

 

 

FK