4 Kasım 2012 Pazar

Eski Yunan, Ön-Asya ve Mezopotamya'da Hüküm Sürmüş İnanç Sistemleri Hakkında

ESKİ YUNAN, ÖN ASYA ve ÖZELLİKLE MEZOPOTAMYA TOPRAKLARINDA HÜKÜM SÜRMÜŞ                              İNANÇ SİSTEMLERİ HAKKINDA

Kabala felsefesini ve Yehuda Berg’in Kabalistik yaşam felsefesini çok çarpıcı bir şekilde anlatan kitabını  okuduktan sonra zaten bazı inanç sistemlerini ve felsefe tarihinin önemli yapı taşları olan filozofları anmamak mümkün görünmüyor. Kabalistik yaşam anlayışında Tanrı’nın korkulan ve cezalandıran bir merci olmadığı; Tanrı’nın sonsuz enerjisine, yaratıcı ışığına mazhar olmak, onun çoğaltan ve çoğaltırken de haz ve mutluluk bahşeden “paylaşma” meselesini düşündüğümüz zaman “haz ve mutluluğun” yaratıcı ve yapıcı gücü hayatın merkezini oluşturur ki bütün bunları tümüyle irdelediğimizde; Epiküryen bir yaşam felsefesini de düşünürüz. Epikür zamanında (İ.Ö.3.yy.) hazcılığı   yani hedonist düşünce tarzı bakımından eleştirilse de bu Epikür’ün fikirlerinin iyi anlaşılmaması yüzündendir. Bilindiği gibi Epikür esas olarak “atomcu” düşünceye sahiptir. Ve der ki:-Ruh, tıpkı tüm diğer şeyler gibi özdekseldir. O, çok sayıda iyi, küçük, yuvarlak ve çevik atomlardan oluşur; ateş, hava, nefes ve başka rafine edilmiş, devimli özdek ruh oluşumuna girerler. Onlar tüm beden üzerine yayılacaklardır. Yönlendiren ve zihni bir bölüm vardır. Bu göğüs bölgesinde bulunmaktadır, geriye kalan bölümler ona boyun eğmektedir. Ruh ölümlüdür; beden çözülmeye uğradığı zaman ruh da öğelerine ayrışacak ve gücünü kaybedecektir. Ölüm ile bilinçlilik durumunun sona ermesi, ölümün bizim için korkutuculuğunu kaybetmesi anlamına gelir. “Ölüm ile her şey  sona ereceği için, yaşamla ilgili olarak korkacak bir şey kalmaz.” Kabalistik düşüncedeki atomların el ele tutuşması, moleküller ve her tür maddenin meydana gelmesindeki  diziliş farklılıkları vb. açıklamaları okurken Epikür’ün atomculuğu ve mechanism düşüncesi ile birlikte hazcılık anlayışı aklımıza düşüyor. Hatta Epiküryen düşünceden önce Anaksagoras (İ.Ö. 500-428), dünyalar oluşmadan önce evrenin merkezinde sonsuz sayıda küçük özdek parçalarından bahseder. Bunlar hücre ya da tohum “spermata” olarak adlandırılmaktadır. Anaksagoras’ın düşüncelerini bir dizge, bir sistem haline getirecek olan Aristoteles, her şeyin karmaşık bir kütle içinde birbirine karıştığını yazacaktır. İlk kütle, sonsuz küçük tohumların, sonsuz sayıdaki  bir karışımıdır. Tohumlar, içinde bulundukları kaostan “sınırsız uzay boşluğu” nasıl ayrılmakta ve nasıl bir evren, dünya düzeni oluşturabilmektedir? Onları harakete geçiren şey nedir?  Anaksagoras ilk hareketin kaynağının zihinsel ilke, bir düşünce veya nous olduğunu öne sürmüştür. Dünyayı düzenleyen ruh, mutlak olarak basit ve türdeş bir yapıya sahiptir. Maddenin üzerinde bir güce sahiptir. Nous bir anlık, etken oluşumdur. Dünyadaki yaşamın ve devinimin özgür kaynağıdır, ayrıca her şeyi düzenlemektedir ve her şeyin kaynağıdır. Her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. Çağdaş terimlerle söylersek üstün ve her yerde bulunan bir  varlıktır.        

Theism (Tanrıcılık), Pantheism (Kamutanrıcılık ) dizge içinde keskin bir şekilde ayrılmamıştır. Ayrıca onun düşüncesinde genel bir  düalizm hakimdir. Örneğin,Anaksagoras’a göre her şey sıcak ve soğuğun, kurunun ve nemlinin bir oranını kapsar. İtme hareketi ile katı maddeler dünyadan savrulmuşlardır, böylece dünya üzerinde farklı yapı biçimleri meydana gelmiştir. Güneşin ısısı yavaş yavaş nemli dünyayı kuruturken yağmurun yağmasıyla da yarı kuru yarı nemli olan dünyada organik yapılar oluşmaya başlamıştır. Anaksagoras, Hellas düşünce tarihinde çok önemli bir filozoftur.                      Bu filozofun atomculuk konusundaki kuramından sonra Demokritos’un atomculuğu çok önemlidir.     Trakya’daki  Abdera Okulu’nun kurucusu olan Demokritos ve onun hocası Milet’li Leukippos, atomculuk ve özdekçiliği başlatan çok önemli düşünürlerdir. Karl Marks’ın Felsefe Defterleri’ne bakarsak “Diyalektik Materializm”in ( yeni deyişle Eytişimsel Özdekçilik ) ilk dayanağını oluştururlar.   Bu bakımdan Leukkippos ve Demokritos Materializm’in ilk notalarıdır.

 

Demokritos’a göre; ruhu meydana getiren atomlar, tam olarak kaldıkları sürede kendimizin bilincine sahip oluruz; belli miktarlarda atom çıktığı zaman, uyku ve onunla beraber bilinçsizlik durumu olur;   hemen hepsi çıkıp da az bir miktar kaldığı zaman, görünür ölüm meydana gelir. En sonunda ruh atomlarının tüm bedenden ayrıldıklarında  ölürüz. Ölüm, bu atomları yok edemez, çünkü atom bölünemez, özü gereği yok da olmaz; ölümün yok ettiği şey, atomların bir bedendeki geçici birleşmeleri ve dolayısıyla bu birleşmeyle meydana gelen bireylerdir.

Demokritos’ta hazcılığın izleri görülmektedir; özdekçiliğin ( materialism), hazcılık (hedonism ) gibi birbirine hiç uymayan iki düşünce ilk kez bir arada bulunmaktadır. Hazzın, özdekçi ve doğal felsefe ile uyum içinde olan niteliksel ve hissedilir bir özyapısı vardır. Demokritos, yaşamdaki gerçek sorunun mutluluk olduğunu söylemektedir. İçsel tatmin ve hazzın ruhun korkusuzluğuna, uyuma ve sükunete     bağlı olduğunu söylemektedir. İçsel mutluluk varsıllık ve maddesel mülk ile ya da beden hazlarına bağlı değildir. Tutkularımızın ne denli az esiri olursak, o denli az hayal kırıklığına uğrarız. Bütün erdemler, mutluluğa ulaşmak için bir değere sahiptir, en önemlileri de doğru ve iyiliksever olmaktır.            Zihin kıskançlığı, kibirliliği, kızgınlığı uyumsuzluğa yol açar ve herkes için zararlıdır. Cezadan korkmadan hep doğruları savunmalıyız.  İYİ OLMAK DEMEK YALNIZCA YANLIŞ YAPMAKTAN SAKINMAK DEĞİL, AYNI ZAMANDA YANLIŞ YAPMAK İÇİN İSTEĞE BİLE SAHİP OLMAMAKTIR. BİR KİŞİNİN İYİ Mİ YA DA KÖTÜ MÜ OLDUĞU SADECE DAVRANIŞLARINDA DEĞİL, İSTEKLERİNDEN DE BELLİ OLUR.                                   Atomculuk ve haz konularında Yehuda Berg’in Kabalistik açıklamalarını okurken bunları düşündüm.             Mazda Dini, Zerdüşt ve Kabala Felsefesi ile ilgili yorumlarda düalizm, iyi ve kötü kavramı olarak bazı benzer metaforik anlatımlar bulunmakla birlikte Mazda Dini, Zerdüşt ve sonrasındaki asırlarda özellikle Mazdak tarafından adamakıllı kaba bir kamulcu bir dini sisteme dönüştürülmüş.                                

Zerdüşt, eski Mazda Dini’nin bir yenileştiricisi (reformcusu), İ.Ö.7.yy.da bazılarına göre de daha da eski tarihlere dayanır. Çok akıllı ve kamil bir kişi olduğu özdeyişlerinden bellidir: -“Dua erdim ki”-            “Düşünce iyi düşünülsün, söz iyi söylensin, iş iyi yapılsın.” -  Zerdüşt, iyiliğin ve kötülüğün aynı kaynaktan çıkamayacağını düşünmüştü, bu yüzden iyiliği “AHURA MAZDA” (Hürmüz ), kötülüğü de “EHRİMEN”e bağladı. Bunlar arasında sürekli bir savaş olması gerektiğini tasarımladı, bu savaş elbette iyiliğin kazanmasıyla sonuçlanacaktı. Dine bağlanan insanların görevi, iyilik veya kötülük için tanrılara yakarmak değil, -çünkü zaten iyilik ve kötülük bir gerçekti, yalvarıp yakarmakla gerçekleşecek değildi-   bu savaşta olumlu yana katılmaktı. Böylece din, birtakım yalvarmalar, hoş görünmek için tapınmalar ve benzerleri olarak değil böyle anlaşılmalıydı. İyiliği ruhta, kötülüğü özdekte yani maddede arayanlar da yanılmaktaydılar. İyilikle kötülük, hem ruhları hem de özdekleri kaplamıştı, savaş, her iki alanda da aynı ölçüde sürüp gidiyordu. AHURA MAZDA nasıl yaratıyorsa, EHRİMAN da öylece yaratıyordu.  Savaş dehşet vericiydi. Erdemli insanlar, bu savaşta iyiliğe katıldıkları ölçüde mutluluğa hak kazanabilirlerdi. İyilikle kötülüğün çarpışması tıpkı ışıkla karanlığın, gökyüzüyle yeryüzünün çarpışmasıydı. İnsan olmak isteyen insan, iyilikten, ışıktan, gökyüzünden yana olmalıydı. Zerdüşt, böylece toplumsal düzenin sağlanacağına, üretimin artacağına inanıyordu. Gerçek dindarlık oruç ve ibadetle değil, tarım çalışmalarında idi. ( Batınilik ve Karmatiilik’teki gibi ).                                                             Bacası tüten, içi tarım hayvanları ve besli çocuklarla dolu bir çiftçi evini seyretmek kadar AHURA MAZDA’yı sevindiren hiçbir şey olamazdı.  Zerdüşt, bu ilkelerin sadece kendi halkı için değil, bütün insanlık için geçerli olması gerektiğini düşünmüştür.

Ölümünden sonra çok rasyonalist ve materyalist  olarak kurduğu bu dini düzen, çok değiştirilmiş ve boş inançlarla doldurulmuştur.  Zerdüştlükten sonraki yüzyıllarda İran’lı devrimci Mazdek, Zerdüşt dinini yenileştirmek için gönderildiğini iddia ederek her şeyin, havanın suyun, toprağın, malların hatta kadınların eşit paylaşımını ileri sürüyordu. Herkes malca eşit olmalıydı. İ.S.8.yy.da ve sonralarında  İslamlaşma, Şıi-Batıni düşünce akımına karışarak Karmatii ve İsmailiye mezhepleriyle birleşmiştir.          Kaba kamulculuk, bu mezheplerde de sürmüştür. Kaba kamulculuk inancı, ilkel ekonomik koşulların gereği olan ortaklaşa yaşama zorunluluğundan kalma bir boşinançtır. Marksçılığa da dayandırmamak gerekir. Zira Marksçılık, bilimsel bir öğretidir.  

Eski Yunan, Ön Asya ve özellikle Mezopotamya topraklarında hüküm sürmüş inanç sistemleri tabiatıyla birbirlerini etkilemişlerdir. Bu etki bazen Sümerler’den, Anadolu halklarına, oradan Hellas’a bazen Hellen dünyasından Doğu Akdeniz’e ve Mısır’a, daha da önemlisi Mısır ve çevresindeki  Yahudi tarihinin, Musa dininin geniş etkilerini hissedebiliyoruz. Ne var ki çok önemli etkiler ve esinlenmelere rağmen toplumsal ihtiyaçlar, töreler, alışkanlıklar, eski çağ insanının dininde çok özgün farklılıklar yaratmıştır. Özellikle İran’a ve Asya içlerine doğru kaydıkça daha bir karma din anlayışı oluşmuş, sosyal, ekonomik, toprakla tarımla ilgili olup boşinançların da devreye girdiği değişik mezhepler kadar varmıştır.

 

Füsun  Kankat

 



__________ ESET NOD32 Antivirus tarafından sağlanan bilgiler, virüs imza veritabanı sürümü: 7657 (20121104) __________

İleti ESET NOD32 Antivirus tarafından denetlendi.

http://www.nod32.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder