23 Nisan 2012 Pazartesi

İNSANLAR, TANRILAR VE MİTLER

                            İNSANLAR,  TANRILAR  VE  MİTLER  ÜZERİNE

 

Dünya üzerinde hayat başladıktan sonra,  varlıkların  en güzeli, en mükemmeli olan insan yaratıldı.   İnsanlar yeryüzünde görülüp  düşünmeye ve hayal kurmaya başladıkları zamanlarda kainatı ve kendilerini  yaratan  tanrıyı  aramışlardır. Esasen insan  yaradılışı itibariyle yaradanı aramak   eğilimindedir.  Henüz ilmin ışık tutamadığı ve tarihin kaydedemediği , geçmişin o karanlık devirlerinde insan, Tanrısını bazen güneşte, bazen yıldızda, bazen denizde, bazen ateşte aramış ve kendi aklınca bulmuş sanarak temsili heykelini yapmış, mabedini inşa etmiş ve ona tapmıştır.

Gerçek şu ki, mağaralarda yaşayan en ilkel insandan, atom devrinin en gelişmiş insanına gelinceye kadar “insanlık” hiçbir zaman Tanrısız kalmamış, Tanrısız yaşamamıştır.  Tanrıya inanmadığını sandığı, daha doğrusu Tanrısını inkar ettiği zamanlarda bile insan, sadece Tanrısını değiştirmiştir, yani, bir inancı bırakmış, başka bir inanca sarılmıştır.  Dün inandığını bugün inkar ederken, bir mabetten yeni bir mabede girdiğinin farkına varmamış, inkarın da bir inanç olduğunu anlayamamıştır.

Eski Yunanlıların inandıkları tanrı, tanrıça ve kahramanların hayat ve maceralarından bahseden Mitoloji’yi okurken, insanoğlunun kendini yaratan Tanrısını, arama ve bulma hususunda  yüzyıllar boyunca ne hayaller kurduğunu , ne geniş bir düşünce dünyası olduğunu görüyoruz.

Kandilleri sayısız yıldızlardan ibaret bulunan gök-kubbesi, bütün insanlığı içine almış muhteşem bir mabet gibidir.  Öyle büyük ve heybetli bir mabet ki onun içinde en eski zamanlardan bu yana,  Hind’in esrarlı mabetleri, Konfüçyüs  ve Buda’nın pagodları, eski Mısır’ın akıllara hayret veren muazzam ibadethaneleri,  Fidyas’ın  heykellerini yonttuğu Yunan tanrılarının zarif zarif tapınakları bulunmaktadır.  Sayısız  sinagoglar,  milyonlarca kilise ve camiler  hep o gökkubbenin  mabedi  içinde  mevcut olup hala milyonlarca insanı ibadete çağırmaktadır...Hangi devirlerde yaşamış  bulunursa bulunsun, hangi renkten, hangi ırktan olursa olsun, hangi dille ibadet ederse etsin, hangi mabudun önünde eğilirse eğilsin  “insan”, şu veya bu şekilde hep aynı  tanrıya tapmıştır ve tapmaktadır.

Eski Yunanlıların inançlarına göre, insanlar yaratılmadan önce tanrılar vardı. Ve tanrılar insanların şeklinde idi.  İnsanlar gibi onlarında meziyetleri,  kusurları vardı.  Yunan tanrıları ve tanrıçalarının hayatları, adeta insanların hayatları gibiydi. Böylece Yunanlı, kendisini tanrısında ve tanrısını da kendisinde bulmuştu. Eski Yunanlı yalnız tanrısında değil, her şeyde insanı bulur ve insanı görür.   Eski Yunan mitolojisinin güzelliği ve o mitolojiyi güzelleştiren süsleyen, besleyen eski Yunan  edebiyatının ölmezliği de buradan geliyor.  O her şeyde insanı görmüş ve insanı bulmuş. Yunanlıya göre dağlarda, ırmaklarda, çeşmelerde, yıldızlarda, ağaçlarda, çiçeklerde, kuşlarda, kurtlarda her şeyde,  heryerde insan vardır.  Mesela  keklik kuş olduğu halde neden fazla havalanamıyor ?  O, keklik olmadan önce Giritli büyük sanatkar  DAİDALOS’un  yeğeni TALOS idi.  Amcası tarafından sanatı ve becerikliliği kıskanıldığı için AKROPOLİS’ten aşağı atılmıştı.  O sırada zeka tanrıçası Athena, onu yakaladı ve kekliğe dönüştürdü.  Bu yüzden keklik,  yere düşerek parçalanmaktan korktuğundan yuvasını bile yerde yapar.

Peki, kurt neden kan dökücüdür ?  Örümcek neden ağ örmektedir ?  Yunanlı, kurdu bir hayvan olarak görmez. O, BYLKAON adında bir kraldır.  Kan döktüğü için kurda çevrilmiştir.   Örümceğe gelince o, Anadolu’lu  ARAKNE hanımdır.Gergef işlemekte kendini zeka tanrıçasından üstün gördüğü için örümceğe çevrildi ve hala eski alışkanlığını sürdürmektedir.  Büyük yazar KAFKA, Değişim adındaki romanını yazarken muhakkak  ARAKNE mitinden  ilham almıştır.

Manisa’da meşhur bir kaya var,  Manisa Dağı’nda (eski Sipylos Dağı),  bu kaya cansız bir kaya değildir.  Niobe Kayalığı olarak bilinir.  Öldürülen çocuklarının acısına dayanamayan, taş kesilen dertli ana Niobe’dir. Bu kayanın bir yüzü gece gündüz, yazın en sıcak günlerinde bile hep ıslaktır. Zavallı anne yüzyıllardan beri Manisa’nın bu ıssız dağında, sessizce ağlamaktadır.

Eski Yunanlıların samimi olarak inandıkları tanrıları, tanrıçalar, kahramanlar hakkında uydurdukları mitlerde, yüzyılların soldurmadığı bir güzellik, bir derinlik ve sembolik anlamlar var.

Bu mitler insan zekasının birer şaheseri olarak otuz  asrın ötesinden gelmekte olup dünya durdukça  yaşamaya devam edecek.  Çünkü bunların , yalnız eski Yunan ve Latin şairlerin üzerinde değil,  Rönesans’tan bu yana gelişen bütün bir Avrupa edebiyatında ve sanatında ve bilhassa Klasik Batı Müziğinde büyük  etkileri göze çarpmaktadır.

Mitoloji bilinmeden ünlü ressamların tabloları anlaşılmaz,  müzeleri süsleyen heykeller  seyredilemez, daha doğrusu yorumlanamaz. Mitoloji bilinmeden klasik eserler okunamaz. Mitolojik konulu opera eserleri  tam olarak anlaşılamaz.  

Batı ülkelerinde liselerde bile resmi  eğitim programlarına konmuş bulunan Mitoloji, ne yazık ki bizde çok fazla ciddiye alınmamış. Tarih derslerinde kısaca tanrılar isim olarak bahsedilerek geçilir. Halbuki, batı kültürünü benimsediğimizden beri dilimize girmiş bir sürü mitoloji ile ilgili  sözcükler var;                      Panik kelimesi, kır tanrısı Pan’dan geliyor.  Fantezi kelimesi, hayal tanrısı Fantasos  ile ilgilidir.

Fobi Fobos’dan, Morfin diye adlandırdığımız maddenin  uyku tanrısının adı ile igili olduğundan haberimiz yoktu.  Tıptaki birçok kelimeler örneğin; Achille sendromu( topuk ile igili), Achilleus isimli Yunan kahramanının hayatından geldiği gibi...   Sağlık tanrısı Asklepios elinde “ölümsüzlüğün srrı” varken öldürülüyor ve ölünce elinden düşürdüğü yerde sarımsak bitiveriyor. ( Sarımsağın çok faydalı bir bitki olduğuna dair).  Hipokrat  yemini,  Giritli Hipokrates’ten  geliyor.

Velhasıl Yunan mitleri; medeniyetin beşiği olan Akdeniz kıyılarında ve Ege bölgesinde yaşayan insan topluluklarının sanatı, ahlakı, dini, aile düzeni ve siyasi  yaşamı üzerinde derin etkiler yapmıştır.                   

Günlük hayatın dışına çıkmak isteyenlerin ve sanatın her dalı ile ilgili olanların mutlaka  mitoloji ile ilgilenmeleri gerek diye düşünüyorum.   İlgilendikçe zevk alınıyor ve hayalgücünü besliyor...   Nitekim,  Nisan ayında sahnelenen R. Strauss’un  “Ariadne  Naksos’ta” eserini izlemeye şimdi daha bir şevkle   gideceğim.

Orion takım yıldızlarının ışıkları gibi parlak ve ışıltılı  günleriniz ve Poseidon’un  engin denizleri   kadar                  geniş hayalgücünüz olsun.   Hayal kurmaktan asla vazgeçmemek  dileğiyle...

 

Füsun  Kankat          

 



__________ ESET NOD32 Antivirus tarafından sağlanan bilgiler, virüs imza veritabanı sürümü: 7079 (20120423) __________

İleti ESET NOD32 Antivirus tarafından denetlendi.

http://www.nod32.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder